İyi okumalar!❤

***

Kırmızı, dizlerimin bir karış yukarısında biten elbisemi giymiş, siyah topuklu ayakkabılarımı ayağıma geçirmiştim. Geriye saçım, aksesuarlarım ve makyajım kalmıştı. Bu sırada odama Faith daldı.

"Bu mu bu mu?"

İki elinde tuttuğu elbiseleri bana sırayla gösterdi, lacivert olanı seçtim. Giyinmek için tekrar odasına gittiğinde ben de makyaj masama oturarak saçlarımı yapmaya karar verdim. Saçlarım daha yeni yıkandığım için düzgündü, şeklinin bozulmaması için birkaç saç ürününden yararlandıktan sonra hafif bir makyaj yapmak için malzemelerimi elime aldım.

Fondoten kullanmayacaktım. Far da öyle. İnce, siyah bir kalem çektim belli belirsiz. Kirpiklerimi kıvırıcıyla kıvırdıktan sonra da rimel uyguladım. Hafif bir allık ve highlighterdan sonra kırmızı rujumu da dudak çizgimi taşırmadan sürdüm.

Kolye takmayacaktım. Elbisenin göğüs kısmı zaten dikkat çekiciydi. Orta boydaki gümüş, halka küpelerimi taktıktan sonra, gümüş bilekliğimi ve iş günlerimde pek sık kullanamadığım ama takmayı çok sevdiğim yüzüklerimi taktım parmaklarıma. Birkaç tane takmıştım, asla onunkiler kadar olamazdı.

Yüzük takarken bile aklıma onun gelmesi beni dehşete düşürürken çantamı ve siyah kabanımı da alıp odamdan çıktım. Barda yapılacak bir partiye göre hazırlanmıştım. Sade fakat hoş görünüyordum işte.

Koridorda parfümümü de sıktıktan sonra Faith'in odasına doğru yürümeye başladım. Parfümün koridorda olmasını garip bulabilirsiniz fakat bazı zamanlar evden çıkarken parfüm sıkmayı unutuyordum, koridora koyunca unutmamaya başladım.

Faith'in odasına kapıyı çalmadan daldığımda onu lacivert elbisesinin altına antrasit tek bant topuklu ayakkabılarını giyerken buldum.

Faith çok güzel bir kızdı. Güzelliği doğaldı. Altın sarısı saçları, masmavi gözleri vardı. Arada ona özenmiyor değildim. Benim aksime sarışındı. Esmer değildim, siyah kıvırcık saçlarım ve açık kahverengi gözlerim vardı. Ten rengim beyazdı.

Genelde sarışınlar dikkat çekerdi. Erkeklerin genellikle sarışın kızlardan hoşlandığına tanık olabilirsin. Tabii bu kadınlar için de geçerli fakat erkekler olayı bizden biraz daha fazla abartıyor gibi...

Lise yıllarımda hoşlandığım bir çocuk vardı, nasıl yakışıklıydı. Sarı kıvırcık ama kısa kestirdiği saçları bana buğday tanelerini hatırlatırdı ya da güneşi. Gözleri... Gözleri uzaktan yeşil görünürdü ama yakından baktığınızda içinde griyi, elayı, açık kahveyi de bulurdunuz. Teni süt gibi bembeyazdı. Benimle konuşurken hep yanakları kızarır, al al olurdu.

Konu nereden buraya geldi, ben de çözemedim açıkçası. Siz anlatmak istediğimi anladınız işte.

O kadar uzun süre kıpırdamadan heykel gibi durmuş ve Faith'i kesmiştim ki, buna bir son vermezsem arkadaşım benim cinsel tercihlerimi sorgulayabilirdi. O çok güzel görünüyordu, eğer kadınlardan hoşlansaydım kesinlikle tercihlerimde üst sıralarda yer alırdı.

***

Trafik, trafik, trafik... Saat 20.12'yi göstermesine rağmen bara hala 2 sokak uzaktaydık. Londra'da tam trafik saatiydi, insanlar işten çıkar, eğlence merkezlerine akın ederdi. Bir İngiliz olmanın altın kuralı, zevklerinizin olmasıydı; tabi kibarlığınızdan sonra.

Mesela Harry, kibarlık abidesiydi. Yanlışlıkla ayağına bassanız bile o özür dilerdi.

Faith'le arada sohbet ediyor, radyoda sevdiğimiz bir şarkı çıkınca eşlik ediyorduk. Nihayet bar görüş alanımıza girdiğinde, alt katta bulunan otoparka indik, zorla yer bulup park ettiğimizde yukarı çıkmak için asansörü kullandık.

İşte, bir köşeye sinmiş çiftler, kör olmamız amaçlanmış gibi yanıp sönen renk renk ışıklar, kulakları sağır edecek müzik ve insan sesleri, en önemlisi de ağır içki kokusu... Diğerlerine göre daha nezih bir ortam olan bu bar, bugün bir başka geliyordu gözüme. Gerçi Styles ile tanıştıktan sonra saçlarımın kıvırcıklığı bile garip geliyordu bana, onu hatırlatıyordu.

Arkadaş grubumuzun olduğu uzun masayı görünce o tarafa yöneldik. Bar üç katlıydı, yani sayılırdı. Giriş katı, giriş katının bir üst katı şeklinde gözüken ve vip kısım ile şatafatlı locaların olduğu balkon kısmı, üçüncü kat, odalar.

Ben İngiltere'de doğdum ve 10 yaşıma kadar burada kaldık. Daha sonra babamın işi dolayısıyla New York'a taşındık. Bense kendimi Londra'da buldum.

Tüm arkadaşlarıma tek tek sarıldım, grup tamamdı. Bizler üniversite yıllarından bu yana hiç kopmamıştık. Faith ile birlikte üniversiteyi Londra'da kazanmış ve ev tutarak bir müddet burada yaşamıştık. O İngiliz edebiyatı okumuştu, şu an New York'ta, ailesinin yanında kalıyor.

Sam, Ivy, Rose, Kevin, Colin, Faith ve ben. Her birimizin doğum gününde toplanırdık, bazen eksikler olurdu ama hep birlikte bir şeyler yapmayı severdik. Tam bir parti ekibiydik. Colin benim gibi tıp okumuştu. Sam mimardı. Rose'un ise Oxford Caddesinde bir kafesi vardı. Kevin oyuncuydu. Doğum günü kızı Ivy ise moda tasarım okumuştu, modacıydı.

Her birimizin hayatına farklı farklı insanlar girdi, iyi günlerimiz oldu, kötü günlerimiz de. Sam evlenmişti, bu gece yanında eşi Abigail de vardı. Geriye kalan hepimiz saptık. Zaten Kevin nefes alsa, kafasının arkasında flaşlar patlıyordu.

Önce güzel bir akşam yemeği yedik. Ardından pasta geldi ve Sam, Ivy için şampanya patlattı.

Bar ağzına kadar doluydu. Her tarafı balonlar, süslerle donatmış; birkaç kere konfeti patlatmıştık. Hediyelerimizi verdik. Saat 22.30'du.

Ivy sesimi çok beğenirdi, sadece Ivy değil, tüm grup her buluşmamızda bana mutlaka bir şeyler söyletirlerdi. Sesimi ben de beğeniyordum, sadece onların abarttıkları kadar olduğunu düşünmüyordum. Ben bunları düşünürken bizim şarkılarımızdan biri olan -grupça sevdiğimiz demek istiyorum- My Favourite Man çalmaya başladı. Hep beraber dansa kalkmış, sözlerinin bizi ağlatması gereken şarkıda bestesi sayesinde dans ediyorduk. Bu şarkıyı yalnız dinlerken mutlaka ağlardım, dans etmeme rağmen şimdi bile hüzünlüydüm, benim için anıları vardı.

Daha sonra bardaki insanlardan bazıları çıkıp şarkı söylemeye başladı. Bu da bir Candlelight klasiğiydi, barın sahibi Charlie ile göz göze gelince ona gülümseyerek bir baş selamı verdim. O da aynısını yaptıktan sonra başıyla sahneyi işaret etti, ne demek istediğini anlamıştım. Gülümsemekle yetindim.

Birkaç kişi daha çıkıp şarkı söylerken biz şampanyalarımızı içmekle meşguldük. Ben çok içmiyordum çünkü sarhoşken ne kadar sapıttığım dillere destandı.

Dinlemediğim şarkı bitmişti, herkes alkışlamaya başlayınca ben de alkışladım. Daha sonra bir sessizlik oldu tüm barda. Bu sessizliği fırsat bilen benimkiler, adımı tezahürat etmeye başladılar. Kısa zamanda buna Charlie de katılmış, adım tüm barda yankılanır olmuştu. Charlie mikrofonu eline alıp beni sahneye davet ederken daha fazla ısrar etmeyerek yerimden kalktım ve elinden mikrofonu aldım.

Ne kadar inatçı davransam da sahnede olmayı seviyordum.
Bu hissi seviyordum.

***

"Cause my favourite man
Cause my favourite man has run away..."

Melody | Harry StylesWhere stories live. Discover now