12 -Fever Dreams In Vivid Reds-

16.4K 1.3K 634
                                    

Kafamın içi zaten vıcık vıcıktı. Saat 4'e geliyordu ve dışarının boğucu sıcağı bana hiç yardımcı olmuyordu. Ha, bir konuda belki. Suratım yanıyordu ve bunu sıcağa verebileceğime emindim. "Seni gücendirdiysem ya da gerdiysem... Kusura bakma."

"Şaşırttın sadece." dedim omuzlarımı kaldırarak. "Neden böyle bir şey  yaptın?" Yolun ortasında durduğunu iki küçük adım attıktan sonra fark ettim, durup ona döndüm.

"Bilmiyorum." dedi transa geçmiş gibi bana bakarak. "Aslında dünya yansa umrumda olmaz." Başını hızla iki yana sallayıp silkelendi, yürümeye başladı. "Bazen ruhsal sıkıntılarım olduğuna inanıyorum." dedi bana dönüp gülerek. Yanakları yine renk almıştı.

"Bera'nın kardeşisin, normal. Ben de şimdiden ruhsal açıdan sıkıntılı bir döneme girdiğimi hissedebiliyorum." Kıkırdadık birlikte. O an içimdeki korku puf diye uçtu. Gergindim ama garip bir şekilde sessizliği tekrar yarmayı başardım. Hem de mantıksız bir şey söylemeden... "Bu arada şarkıyı çok güzel söylemişsin."

"Ne şarkısı? Ben şarkı söylemem." dedi gülmeyi sürdürerek. Sonra afalladı, kafasını diğer tarafa çevirdi. "Ha, teşekkür ederim." dedi yine elini ağzına götürerek. Onu çözmeye başlamıştım. Utandığı zaman yüzünü böyle saklamaya çalışıyordu. Benden bir kafa boyu uzun ve iki yaş büyük biri için bana fazla sevimli ve küçük geldi o an.

"Sesin o kadar güzelken neden saklıyorsun?"

"Sen beni mi stalkladın?" dedi bana dönüp gülümseyerek. Kaşlarımı çattım.

"Tabiki hayır." dedim dudak büzerek. "İrem gösterdi, benim instagramım bile yok." Eve yaklaşıyorduk. Bir şey olmasını ve yolun yaklaşık bir kilometre falan uzamasını diledim.

"Peki ilk kez şarkı söylediğimi nasıl biliyorsun?" dedi. Hemen sonra alt dudağını ağzına çekerek gülümsemesini bastırmaya çalışmasını izledim.

"O-onu da İrem-"

"Dur biraz, nasıl instagramın yok?" dedi tek kaşını kaldırarak. "Kaçıncı yüzyılda yaşıyoruz? Sekiz yaşındaki kuzenimin bile var."

"Çok arkadaşcanlısı değilim." dedim omuzlarımı kaldırarak.

"Sıkıcı bir insanın abimle arkadaş olması mümkün değil. Hele ki 19 yaşındaysa." Benim gözlerim sokakta, adımlarımda, nadir de olsa Onur'da, evlerde gezinirken onun gözleri sabit bir şekilde yüzümdeydi ve eriyip asfaltla bütünleşmemek için kendimi sıkıyordum. Zaten sıcaktı, üzerine kasıntım ve hislerim binince bir anda ter basmıştı bedenimi.

"Bence aklı başında bir insanın abinle arkadaş olması mümkün değil." dedim sol elimi kulağıma doğru uzatıp işaret parmağımla iki halka çizdim. "Ben eğlenceli ya da sosyal değilim, akıl sağlığım bozuk."

"Daha önce hiç bu kadar sevimli bir akıl hastası görmedim." Şokla ona döndüğüm sırada sokağın ortasında durarak tamamen bana döndü, kollarını göğsünde bağladı. "Ve dalgın."

"Na-nasıl?" dedim refleksle tek kaşımı kaldırarak. Küçük iltifatı belki onun için bir şey ifade etmiyordu ama benim kalbimin göğsümü delecekmişçesine çarpmasına sebep olmuştu.

"Bak bakalım nerdeyiz?" Etrafı taradığımda gerçekten şaşkınlıktan dilimi yutabilirdim. Evimi geçmiştik. Hatta üzerine rahat 100 metre yürümüştük. Ona baktığımda kocaman sırıttı. "Keyfin yerinde görünüyordu, ses çıkarmak istemedim." Gülümsemesine eşlik ettim. Elini ensesine atıp kaşıdı, iç geçirdi. "O zaman... Görüşmek üzere."

"Öyle umalım bakalım." dedim onun gibi gülümsememe alay katarak. Gülümsemesi küçülüp kayboldu.

"O ne demek ya?"

"Bay!" El sallayıp evime doğru koşmaya başladım. Bir yandan da sırıtıyor ve kendimi tırmalamamak için tırnaklarımı avuç etlerime gömüyordum.

Eve girip odama çıktığımda aynada kendimi görmemle birlikte sırıtmam neşeli bir kahkahaya dönüştü, kendimi yatağıma atıp sevinçle yüzümü yastığıma gömdüm. Üzerimde bana ait olmayan lila bir tişört vardı.

Sonunda kendimi biraz olsun dizginlemeyi başardığımda banyoya girdim, üzerimdekileri çıkarıp -tişört hariç- yıkancağa attım, tişörtü de dolabın üzerine bıraktım. Tabiki onu da yıkayacak, öyle verecektim ama hemen değil.

Küvete oturup ılık suyu açtım, üzerimdeki boyadan kurtulmak için keselemeye başladım. İşim bittiğinde duş alıp çıktım, havluma sarıldım. Sonra yine elim tişörte gitti. Lila hırkayı burnuma bastırdığımda şekerli tatlı parfüm kokusu yine burnuma doldu. Daha çok parfümden değil de, bir vücut spreyi ya da kreminden bulaşmış gibi bir kokuydu. Belki de duş jeli. Şeftalimsiydi biraz.

Kalçamı dolaba verip birazcık daha bastırdım burnumu tişörte, titrekçe nefesimi bırakıp farkındalıkla gözlerimi araladım. Tişört bende masumluktan uzakta başka duygular da uyandırmaya başlamıştı. Kendimi iyiden iyiye sapık gibi hissetmeye başladım, tişörtü yıkancağa attım. Yine de kasıklarıma ulaşan elime engel olamadım.

*

İki gün sonra pikeyi sıcağa rağmen boynuma kadar çekmiş, yastığıma sarılmış şekilde kapı gürültüsüne uyandım. Muhtemelen İrem'di. Şu kıza beni böyle hayvan gibi uyandırmaması için o kadar dil dökmüş, yedek anahtarların yerini söylemiştim ama 'Olmaz, sapık gibi evine girmek istemiyorum.' demiş ve beni gıcık etmeyi sürdürmüştü.

Göz devirip üzerimdekinden kurtuldum, kapıya koştum. Açtığımda resmen zıplıyordu. "Salak mısın İrem?"

"Mükemmel. Mükemmel!" İçeri daldı, gözlerimi yumup kendime beddua için zaman tanıdıktan sonra kapıyı kapattım. Önceki günün akşamı İrem'e olanları anlattığımda üzerime atlayıp 'Senden hoşlanıyor!' diye çığlık atmıştı.

"Ne oluyor yine?" Ama konunun önceki gün olanlar olduğunu düşünmüyordum. İçeri girdiğimde İrem sırtını koltuğa gömmüş, telefonuyla uğraşıyordu.

"Onur yine şarkı paylaşmış." dedi bana sırıtarak. "Ve yine senin sevdiğin birinden. Brahny."

"Ama Brahny sevdiğimi bilmiyor." dedim gülerek.

"Hatırlamıyor musun, ilk evlerine gittiğimiz gün bu şarkıyı da dinlemiştik." Telefonu elime tutuşturdu. Bu sefer ekranda Onur yatağında değil, yatağının önünde yerde oturuyordu. Yine kucağında aynı gitar vardı.

Young ears might just hear heartbeats in the ground

Brown eyes* see the stars drop down to our sides

Remember back when you were young summer nights were love

Liquor melts into your heart starbursts on your tongue

Wakin' up to restless minds drowned in memories

Fever dreams in vivid reds calmin' by your touch

(Media Brahny - Bloom 1.50 - 2.40 arası. Yıldızlı kısımda şarkının orjinalinde green eyes diyor ama Onur sözleri değiştiriyor. Tabi Hazar fark etmiyor...)

"A-ama yanımızda değildi." dedim kalbimdeki ritim bozuklukları canımı yakarken. Tabi o kadar tatlı bir acıydı ki insan mazoşist olup olmadığını sorgulayabilir, bu acıyla tatmin olabilirdi.

"Duymuş demekki." dedi İrem göz devirerek bana. Sonra tekrar sırıttı. "Kafayı yiyeceğim, o kadar tatlısınız ki! Yorumlara bak." Yorumlarda övgüler ve Onur'un aşık olduğuna inandıkları ortak görüşler vardı.

"Aşk mı? Höh, dağlara çıkarsınlar."

"Saçmalama Hazar." dedi İrem abartılı bir ses tonu seçmeye özen göstererek. "Hadi kalk, Bera bizi bekliyor. Sana limonata yapmış." dedi alayla gülerek. Önceki sefer limonata istediğimde önüme bira gelmişti. Şey gibi, hosteslerin çay ve kahve seçeneği sunup mizah sayfalarında bilemedin çay diye abartılması gibi...

"Gerçekten yapmış mıdır?" dedim kaşlarımı kaldırarak. İkimiz de gülmeye başladık. Sonra İrem beni zorla üzerimi giyinmeye kovaladı.

İsimsizler (Gay) Where stories live. Discover now