57 -Belki-

9.2K 928 455
                                    

Ata'nın yokluğu heyecanıyla korku filmi açtı İrem. Ne kadar iyi arkadaşlarız değil mi? Film bittiğinde bile Ata'dan ses çıkmamıştı. Halbuki Barlas mesaj atmıştı ama görüldü bile olmamıştı. En sonunda aradı. Telefonu Joseph açtı ve Ata'nın mutsuz bir şekilde gelip içmek istediğini söyledi. Joseph de Ata'nın bünyesini bilmiyor tabi, Ata sarhoş olunca da ne yapacağını şaşırıyor. Evine bırakmayı teklif etmiş ama Ata kabul etmemiş. Ailesinin kıyameti koparacağını bilecek kadar yerindeymiş kafası yani... Sonunda Barlas Ata'yı alabilmek için adres sordu ama Joseph arabası olduğunu ve bırakabileceğini söyleyince Barlas da tamam dedi. O sıralarda Bera sanki hissetmiş gibi aşağı damladı yine.

"Ata gelmedi mi hala?" dedi kaşlarını kaldırıp. "Ne inatmış arkadaş."

"Sarhoş olmuş yine galiba, Joseph bırakacak buraya." Arkamdaki Onur gergince kıpırdandı. Barlas da gergindi, çenesini sıvazlayarak yeri izliyordu. İkisi de Ata'nın açılmasından korkuyordu muhtemelen.

"Aptal." dedi sadece Bera. Sonra mutfağa gitti. O sırada kapı çalınca bizden kimse hareketlenemeden Bera mutfaktan çıkıp kapıyı açtı.

*

Joseph bir kolunu düşmemem için kollarımın altından geçirmişti. Zile basmasıyla görmekten en çok korktuğum kişi açtı kapıyı. Korkuyordum çünkü tam olarak sarhoş olmasam da yeterince çakırdım. Yeterince cesurdum. Ve artık bir şeyleri taşıyamıyordum.

Bera sert sert beni taşımaya çalışan arkadaşıma kilitlendi. "Arkadaşısın sanıyordum, hemen kendini kaybettiğini bilmiyor musun?" Yanlış kişiye patlıyordu, sıcakkanlı sevimli de görünse Joseph de Bera kadar gergindi.

"İlk defa birlikte içiyorduk, Ata'nın sorumluluğunu almadım. Dediğin gibi sadece arkadaşız. Duracağı yeri kendi seçebilir." Bera göz devirse de cevap vermedi. Gözleri bana kayınca biraz ürktüm. Yüzüme yansımış olacak, iç çekti ve hafifçe gülümseyerek kollarını bana uzattı. Ellerini yakalayıp Joseph'den ayrıldım, dengemi koruyamayacağımı anlayınca göğsüne ittim kendimi. Sıcacıktı. Nasıl olsa sarhoşum sanıyordu, kollarımı boynuna sarıp iyice gömdüm kendimi göğsüne. Bera bir eliyle belimden yakaladı.

"Neyse, getirdiğin için teşekkürler."

"Ne demek?" dediğini duydum Joseph'in soğuk bir sesle. Ayak sesleri uzaklaşırken Bera boştaki eliyle kapıyı kapattı. Bir bacağımı beline doğru attım, kalçası üzerine sarıp tırmanmaya çalıştığımda boştaki eliyle kalçamın altını yakalayıp destekledi, kucağına aldı beni. Göğsünden ayrılan yüzümle salondaki kalabalığı fark ettim. Özellikle Barlas'ın bakışları rahatsız etti beni, hemen boynuna sakladım yüzümü. Suçlu hissettiriyordu. Sonuçta Bera'dan hoşlanıyor ve bana karşı benimkinden farklı olan sevgisini kullanıyordum.

"Ata'yı yatırıp geliyorum." dedi Bera onlara doğru.

"Tabi." dedi Cem. Ürperdim, hafifçe titredim. Arkadaşlarım aptal değillerdi. Onur ve Barlas zaten biliyordu. Doruk ve Cem'in fark etmesi de uzun sürmezdi o andan sonra.

Bera'nın sıcak teni değdiği her yeri dağlıyordu. Tekrar iç çektiğinde nefesi saçlarımın uçuşmasına sebep oldu, tekrar ürperdim ve kısa bir an titredim. Odaya götürene kadar kıpırdamadım. Beni yatağa bıraktığında şaşırdım açıkcası, kendi odasıydı. Fark etmiş olacak gülümsedi. "Dün arkadaşım kaldı misafir odasında, çarşafları falan değiştirmedim. Burada daha rahat edersin diye düşünüyorum." Kısa bir an ağrı saplandı göğsüme.

"A-arkadaşın?" Çarşafları değiştirmedim. Gerçi kız atmış olsa kendi odasını kullanırdı. Muhtemelen kuruntu yapıyordum, gerçekten arkadaşı kalmıştır...

"Oktay var ya..." Rahatladım o an, gözlerimi yumdum. Oktay diğer barmendi, iş arkadaşı yani. "Sen uyu biraz. Kendine geldiğinde konuşalım seninle bir. Tuhaf davranıyorsun." Oturduğu için çöken yatak tekrar yükseldiğinde gözlerimi açıp bileğini yakaladım hızla. Gözlerini kırpıştırdı, sıkıca tutunan parmaklarıma baktı. Kalbime ağrılar girdi o an. Genel olarak Bera'ya bakmak nefes alamamaktan ya da susuzluktan ölecekmişim gibi hissettiriyordu ama o an daha farklıydı. Daha çok acı veriyordu. Göğsümdeki her damar sızım sızım sızlıyordu sanki, öyle garip bir histi. Sanki içerde bir şeyler haşlanıyormuş gibi. Sanki gerçekten ölecekmişim gibi.

"Hiç şansım yok mu?" Sesim çatladı. Sesim de kalbim gibi kırılgandı o an.

"Ne?" dedi gülerek. Sanki o an anlamış gibi birden yüzündeki gülümseme dondu, yavaşça yok oldu. "Ata?"

"Bana bakınca hiçbir şey hissetmiyor musun? Ben sana bakarken ölecekmiş gibi hissediyorum." Elini ateşe dokunmuş gibi çekti, mimiksiz suratıyla birkaç saniye bana baktı, hızla çıktı odadan, asla benden tarafa bakmadan kapıyı kapatıp yok oldu.

Ellerimi yüzüme örttüm, yan dönüp cenine geçtim. Kusacakmış gibi hissediyordum. Midem yanıyordu. Ne lavaboya gidecek halim vardı, ne de yatağına kusacak cesaretim. Ağzıma gelip gelip gidiyordu. Alkolden değildi, heyecan ve korkudan. Aşktan ve üzüntüden. Ben acımı gözlerim yerine midemden atıyordum genelde. Ve o an gerçekten canım çok, çok acıyordu.

En fazla beş dakika sonra odaya daldı birisi. Korkudan yüzümü açamadım, mutfaktan bir bıçak kapıp gelse şaşırmazdım. Ama gelen kişi Onur'du. "Ne söyledin?"

"Ne oldu?" dedim cılız bir sesle.

"Çıkıp gitti. Ama yüzü çok şeydi..."

"Kızgın mı?" dedim ellerimi yüzümden çekip küçük kardeşe dönerek.

"Hayır şaşkın. Hatta şok. Açıldın mı?" Gözlerimi kaçırdım. "Şaka mısın Ata?" dedi yorgun bir sesle.

"Ne yapabilirim Onur? Ne olacaksa olsun artık. Yemin ederim çok sıkıldım. Hem sen Hazar'a açılmasaydın aranızda hiçbir şey olmayacaktı, değil mi?"

"Ben Hazar'ın bana olan ilgisinin farkındaydım ama." dedi Onur gülerek. O an bir kez daha hissettim o sancıyı. O gün için çok fazlaydı bu.

"Belki..." Cevap vermedi bile, sadece bakıştık. İkimiz de belki diye bir şey olmadığını biliyorduk bu ilişkide. Büyük kardeş beni sadece küçük olanın arkadaşı olarak görüyordu. Ya da arkadaşının kardeşi. "Onur korkuyorum." Dakikalardır direndiğim yaşlar özgürlüğüne kavuştu. İtiraf edince hafifler sanıyordum ama büyüdükçe büyüyordu. Onur sessizce sırtımı sıvazladı. Daha da konuşmadık.

*

Gözlerimi açar açmaz dalgın yeşil gözler karşıladı beni. Yatağın önüne yere çökmüş, dirseğini yatağa yaslayıp çenesini dirsek içine saklamıştı. İrkilip geriye sıçradım ama Bera hiç taviz vermedi tavrından.

"Saat kaç?" dedim yutkunduktan sonra. Başka söyleyecek bir şey bulamadım o an. Hava buram buram gerilim kokuyor, ağırlaşıyordu.

"Üç galiba." dedi boğuk bir sesle.

"Neden uyanıksın?" Aptalca bir soru olmuştu. Bera hastaydı.

"Cevabını bildiğin sorular mı soruyorsun şimdi de?" Baskı öyle bir vurdu ki bedenimi, boğazım tıkandı. Doğruldum, yorganı üzerimden ittim. Bera sonunda hareketlendi, yataktan ayırdı bedenini. "Nereye?"

"Eve." dedim gözlerimi kaçırarak.

"Bu saatte mi? Saçmalama." O da ayağa kalktı.

"Anahtarım var Bera." dedim alaylı bir sesle. Sakın kendini düşürme Ata. Düşürürsen asla affetmem. Bu yaşına kadar gururunu korudun, Bera için ezdirmeyeceksin.

"Saçmalama dedim."

"Salonda uyurum o zaman, yatağını rahatça kullanabilirsin." Arkamı dönüp kapıya doğru bir adım attım, hızlı kalktığımdan sanırım başım döndü anında. Hemencecik toparladım ama Bera da omuzlarımı yakalamıştı bile.

"Ne bu tavır şimdi? Önce benden hoşlandığını söylüyor, sonra benden nefret eder gibi davranıyorsun." Hızla ona döndüm. Çatık kaşlarla bana bakıyordu.

"Belki senden hoşlanmaktan hoşlanmıyorumdur?" Çatık kaşları düzeldi, birkaç saniye aptal aptal suratıma baktıktan sonra daha çok çatıldı.

"Hoşlanma o zaman. Ben yatarım salonda." Odanın ortasında put gibi kaldım, ikinci defa kendini kendi odasından dışarı atmasını izledim.

İsimsizler (Gay) Where stories live. Discover now