BÖLÜM 2

3.4K 1.1K 1.6K
                                    

 Bu bölümü uzun tutmaya çalıştım. Bir daha ki bölümlerde bir önceki bölümlerden daha uzun olacak tahminimce. Sezen Aksu aşığı biri olduğum için bu bölümü onu dinleyerek yazdım. Siz de Sezenciğimi dinleyerek okuyabilirsiniz.

 Desteğiniz benim için çok önemli yorum atmayı ve beğenmeyi unutmayalım lütfen. Sizleri seviyorum :) İyi okumalar :)

***

Geçen günlerde bir yerde okumuştum. Altı yaşam kuralı diye başlıyordu. Devamında ise "Ölmeden önce yaşa, yazmadan önce düşün, dua etmeden önce inan, konuşmadan önce dinle, harcamadan önce kazan, vazgeçmeden önce dene." Diye yazıyordu. 

 İlk gördüğümde baya dikkatimi çekmişti. Kaç defa okuduğumu bile hatırlamıyorum. Dünyanın haklı altı kuralı. Veya altı altın kural.

 Ölmeden önce yaşamalı insan sonunu bile düşünmeden. Doyasıya. Kim ne der diye düşünmeden. Yazmadan önce düşünmeli insan. Ya da düşünmeden yazmalı. Yazıp yazıp silmeli. Hiçbir yazdığını da çöp etmemeli. 

Dua etmeden önce inanmalı insan. İnanıp dua etmeli. Kolay güvenmemeli fakat güvensiz de yaşamamalı. Konuşmadan önce dinlemeli insan. Dinlemeli ki sonunda üzülmemeli. Dinleyip karar vermeli. 

Harcamadan önce kazanmalı. Har vurup harman savurmamalı. Güzel şeyler için harcamalı. Yardım etmeli. Vazgeçmeden önce denemeli insan. Deneyip görmeli. Deneyip yanılmalı. Fakat vazgeçmemeli. Daha çok üstüne gitmeli. Tekrar tekrar...

Yaşadım. İyisiyle kötüsüyle. Düşündüm. Tam beş yaşından beri. Her gün düşündüm. İnandım. En çok güvendiklerime. En sevdiklerime. Önünü arkasını sorgulamadan inandım. Dinledim. Birçok defa yalan mı değil mi diye sorgulamadan dinledim. Kazandım. Geleceğim için, yardıma ihtiyacı olan çocuklar için kazandım. Denedim. Hem de vazgeçmeden denedim. Çok defa yanıldım. Ama bu yanılgılar pes ettiremedi beni. Pes ettiremediği gibi daha çok güçlendirdi üstelik. Bu yüzden şimdi olduğum yerdeyim.

 İçindeki beyaz tişörtüyle birlikte giydiği takım elbisesi ile kapıyı Demir açmıştı. Onu ilk defa takım elbise giyerken görüyordum. İnanılmaz derecede yakışıklı olmuş. Takım elbise gerçekten çok yakışmış. 

Göz göze geldiğimizde şaşırmış görünüyordu. Biraz da sinirli. Ama neden sinirliydi ki. Ben onu incelemeye devam ederken Leyla kolumu sıktı. "Ah, ne yapıyorsun? Canımı yaktın." Diye söylendiğimde Leyla kaş göz işareti ile bir şeyler anlatmaya çalışıyordu. Anlamadığımı fark ettiğinde ise "Artık içeri mi geçsek acaba" dedi. Demir de "Aa... Şey tabi buyurun lütfen, hoş geldiniz." Diyerek kapıyı biraz daha açıp yana çekildi. Canım ya ne kadar da kibar.

İçeriden alçak tonda müzik sesi geliyordu. Leyla ve ben önde, Demir arkamızda büyük salona doğru ilerliyorduk. Salona geldiğimde büyük bir kalabalık ile karşılaştım. Tamam, birkaç tanıdığın falan olacağını düşünmüştüm ama Reşat Baba'nın bütün arkadaşlarını çağıracağını düşünmemiştim. 

 Etrafa biraz daha göz gezdirdiğimde Demir'in de birkaç arkadaşının burada olduğunu gördüm. Reşat Baba'nın yanında, suratı beş karış duran Hale Hanım'ı fark ettiğimde tüm kanımın çekildiğini hissettim. Bana yine kötü kötü bakıyordu. Eminim bu geceyi de burnumdan getirecekti. Tıpkı bundan beş yıl önce Demir'in doğum gününde olduğu gibi. 

 O gün Demir'in bütün arkadaşları yine bu evdeyken beni onların gözleri önünde rezil etmişti. Süslenip aşağı indiğimde beni salona sokmayıp yukarı, odama yollamıştı. Bunu da bağırarak yapmıştı. Beni odama yollamasına değil ama Demir'in bütün bunlara şahit olup hiçbir şey yapmamasına çok üzülmüştüm. O kadar üzülmüştüm ki bütün gece yorganımın altından çıkmayıp sessizce ağlamıştım. Neden böyle davrandığını anlamadığım günlerden sadece biriydi.

ELVİNWhere stories live. Discover now