BİRKAÇ SANİYELİK SONSUZLUK

1.4K 55 11
                                    

Hava soğuktu, dudaklarınızı aralayıp tek kelime dahi etseniz özgürlüğüne kavuşan nefesinizin gökyüzünde bir iz çizeceği kadar. Şehir bu aralar her bir sokağını kışa teslim etmişti. Önceki senelerden daha sert bir kış geçiriyorduk. Yol kenarlarını kaplamış karlar günlerdir varlığını koruyordu ve söylenenlere göre de kolay kolay eriyecek gibi değillerdi.
Soğuk havaları seviyordum, karı da ve dahası soğuğun bedenimde bıraktığı ürpertiyi de. Üşümüyordum ya da üşüdüğümü fark etmiyordum çünkü öyle anlarda mutlaka düşünecek şeylerim oluyordu. Zihnim dolu olunca bedenimin de farkında olmuyordum.

Bütün bu soğuk felaketlerinin yanı sıra bu kışın benim için özel bir yanı vardı. Dün gece, ilk kardanadamımı yapmıştım.
Bunu yoldan geçen herhangi birine söylesem muhtemelen yüzüme garip garip bakar sonra da etrafı yoklayarak bunun bir şaka olup olmadığını anlamaya çalışırdı ama beni yakından tanıyan birkaç kişi bilirdi, çocukluğumu pek de dolu dolu geçirdiğim söylenemezdi.

Adım Havin. Havin Uluöz. On sekiz yaşındayım ve lise son öğrencisi olarak kalan son dönemimin ilk gününe çoktan başlamış bulunmaktayım.

Güneş doğalı birkaç saati çoktan geçmişti ama yeryüzü hâlâ ısınmış sayılmazdı.
Ellerimi deri ceketimin ceplerine sokmuş buz gibi olan burnumu çekerken buz tutmuş kaldırımda yürümek çok zordu. Çıplak bacaklarımın çoktan garip bir renk aldığına emindim. Muhtemelen yanımdan yürüyüp geçenler 'kim bu deli?' diyorlardı. Bu havada okul eteğinin içine çorap giymeyi akıl edememiş mi yoksa hastaneye gitmek için bahane mi arıyor?

İkisi de değildi. Sadece hissetmiyordum. Ellerim soğuktan buz tutsa da hissetmiyordum. Üşüyordum, belki hasta oluyordum ama hissetmiyordum işte. Zihnim cadıkazanından farksızken bedenimdense ruhumun hastalanması kulağa daha kötü geliyordu.

Peki nasıl alışmıştım soğukta kalmaya, nasıl sevebilmiştim üşümeyi?

Küçükken annemle babamın dikkatini çekmek için yapmadığım şey kalmamıştı. Çocukluğumu doya doya yaşayamamıştım belki ama oldukça deli yaşamıştım.
Yaptığım delilikler sayesinde belki de onlarca dadı tarafından ortada bırakılmıştım ama yine de her seferinde bir diğerinin yerine yenisi gelmişti.
Gelenler hiçbir zaman annemler olmamıştı, hasta olduğum zamanlar hariç.

Onlar ancak ben hasta olursam geliyordu. Bu küçük ziyaretlerde aile doktorumuz da onlara eşlik ederdi. İri yarı bir adamdı ve kolumu kaldırmak için bile tutsa canım yanardı.
Annemin elinde hep koca bir bardak dolusu sıcak süt olurdu. Ballı sütün her şeye iyi geldiğini sanıyordu. Belki de haklıydı, ona güvenip ballı süt içmeye devam etmeliydim. Ama onu da pek beceremezdim ya neyse. Her seferinde ilk yudumda dilimin ucunu yakmayı başarırdım. Acısını pek hissetmezdim annemi izlemekten. Hep bir öncekinden daha güzel olurdu sanki. Ben ona hayran hayran bakarken o sadece elini alnıma yaslar, ateşimin düşüp düşmediğini kontrol ederdi. Böyle yaptığında gitmek istediğini anlıyordum. Benden sıkıldığını düşünürdüm, bilirdim. Yine de vazgeçmezdim. Gitmesini istemezdim. Bencildim biraz ama gecenin sonu hep aynı biterdi. O giderdi ve ben de dilimin ucu sızladığı için ağlardım. Yani o yüzdendir heralde.

Her seferinde yine hasta olmak için elimden geleni yapardım. Soğuğu içeriye davet etmek, en basit yoluydu. Bana uğrardı ama ne ben hissederdim ne de o ses ederdi.

Kaldırımın bittiğini fark ettiğimde eğdiğim başımı kaldırarak karşıdan karşıya geçtim ve okul bahçesiyle aramda kalan birkaç metreyi kapatarak içeri girdim. Bahçede tek tük öğrenci vardı.
Köşede bana doğru delicesine el sallayan Afra'yı ve yanındaki Doğu'yu fark ettiğimde onlara doğru adımladım. Onları tamamen unutmuştum, son dönemin ilk günü olduğundan sabah birlikte kahvaltı edelim dediklerini hatırlıyordum ama dünden beri elime telefonumu almamıştım. Muhtemelen defalarca kez aramışlardı ve birazdan Afra'dan okkalı bir azar işitecektim.

UĞUR GETİRMEYEN BÖCEKLERHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin