SESSİZLİK VE YALNIZLIK

376 30 6
                                    

Onlar gideli birkaç saat olmuştu. Ben ise oturduğum yerde sıkılmak kelimesine yeni bir anlam kazandırıyordum. Neler olduğunu, iyi olup olmadıklarını çok merak ediyordum ve zihnimin içinde dönüp duran düşünceler yüzünden sabit duramıyordum. Evin neredeyse her köşesini adımlamıştım. Önce salondaki eşyaları kurcalamıştım. Konsolun yanında birkaç oyun kolu vardı ve bu koltukta o üçünün oyun oynadığını hayal etmek bile gülümsememe yol açıyordu.
Köşede duran bilardo masasındaki toplarla birkaç atış denemiştim. Sonra üst kata çıkıp odalara bakmıştım. Yatak odalarından başka bir şey yoktu.
Merak edip alt kata da indiğimde ise karşılaşmayı beklediğim şey kesinlikle bir spor salonu değildi.
Çeşitli spor aletleri ve geniş bir duş bulunuyordu ve adeta vakit geçirmek için bir nimetti.
Dayanamayıp salonun ilerisindeki mutfağı karıştırdıktan sonra son durağım yeniden Zafir'in bana onları beklemem için gösterdiği koltuk olmuştu.

Ayakkabılarımı çıkarıp sessizliği dinlerken oturduğum yerde uzandım. İlk defa sessizliğin huzur verdiğini hissediyordum. Gözlerimi yumdum. Hava kararmak üzereydi ve onların bunca saat boyunca neler çevirdiği konusunda endişe etmeye başlamıştım.
Önder, Zafir'i özellikle istiyordu ve bu dedikleri gibi oldukça tehlikeliydi. Yetmezmiş gibi Timuçin'in yakalanması da berbat bir gelişme olmuştu.
Onlara bir şey olmasına gerek yoktu, şimdi bile kendimi yeterince kötü hissediyordum.

Sessizlik bütün bedenimi ele geçirdikten sonra üzerime çöken yorgunluk göz kapaklarımın açılmasını güçleştirmeye başladı.
Aldığım nefesler sessizleşip sakinleşirken uykuya daldığımı ancak uyandığımda fark edebilmiştim.

Gözlerimi açtığımda fark ettiğim ilk şey duyduğum bir diğer nefes alış verişiydi. Karşımdaki koltukta uzanmış bedeni görür görmez telaşla ayağa kalkıp ona yaklaştım. Uyuyakaldığımdan bu yana hemen hemen iki saat geçmişti ve nihayet buradaydı.
Timuçin'in bedeni boylu boyunca koltuğa uzanmış, yatıyorken yüzündeki yara izleri epey hırpalandığını gösteriyordu.
Ona yaklaşıp bedenini yakından kontrol ettim. Yüzündeki yara izleri dışında bir sorunun olmaması biraz olsun içimi rahatlatmıştı ama hâlâ etrafta kimsenin olmaması merakımı kamçılıyordu.

Eğildiğim yerden doğrularak üst kata uzanan basamakları çıkmaya başladım. Eğer geldilerse yukarıdaki odalarda olduklarını düşünüyordum.
Koridoru adımlarken aralık olan kapıya doğru sokuldum ve uzaktan gelen sesleri dinledim.

"Canın çok acıyor olmalı." Bu tanıdık kadın sesi, Hazal'a aitti. Başımı uzatıp kapı aralığından içeriye baktığımda beni henüz fark etmeyen ikili epey yakın görünüyordu.
Yatağın üzerinde oturan Zafir'in omzundaki sargıyı fark ettim. Onu dikkatli bir şekilde saran Hazal ise normalden fazla ilgiliydi.

"Oraya gitmek de nereden çıktı? Akıl alır gibi değil. Göz göre göre Önder'in tuzağına düşecek adam mısın sen?"

"Timuçin elindeydi Hazal, ne yapsaydım?" Sesi boğuk ve yorgundu. Uğraşmak ve konuşmak istemiyor gibi Hazal'dan başka bir yöne, duvara bakıyorken Hazal'ın bedeni önüne geçerek ilgisini kendine çekmişti. "O çok yakın olduğun polislerden bir grup gönderseydin, şimdi bu halde olmazdın."

"Önder beni özellikle çağırdı." dedi. Uzatmak istemiyordu.

"Ne zamandan beri onun dediklerini yapıyorsun?"

"Beni tehdit etmeye başladığından beri." Ellerini yatağa koyarak geriye doğru açıldığında başını hafifçe geriye atmış Hazal'a aşağıdan bakmaya başlamıştı.

"Şaka yapıyor olmalısın, seni tehdit mi ediyor?" Hayretle açılan gözlerini devam eden sözleri takip etti. "Nasıl? Herkesi güvence altına aldığını sanıyordum." Kısa bir an sessiz kalıp düşündükten sonra aklımdan geçen ismi dile getirmişti. "Havin hariç."

UĞUR GETİRMEYEN BÖCEKLERWhere stories live. Discover now