GEÇMİŞİN HİKAYESİ

356 28 1
                                    

Kafam kazan gibiydi. Uyumak isteyip uyuyamamak arasında gidip geliyordum. Aklımdan geçenler ve hissettiğim karışık şeyler başımın daha da ağırlaşmasına neden olurken Aslan aramızdaki uzayıp gitmiş sessizliği tuhaf sorusuyla bölmüştü.

"Sormayacak mısın?" Salondaydık. O oturduğu koltukta açtığı öylesine bir spor kanalını seyrediyordu, ben ise hemen çaprazındaki koltukta uzanmış televizyondaki geçip giden yazıları takip ediyordum. Sina gideli biraz olmuştu. Zafir ve Hazal çıktığından bu yana da birkaç saat geçmişti.
O zamandan bu yana tek kelime etmemişken şimdi ortaya attığı laftan hiçbir şey anlamamıştım.

"Neyi?"

"Zafir ve Hazal'ın nereye gittiğini."

Beni izlediğini biliyordum bu yüzden başımı iki yana sallamakla yetinmiştim.

"Pekala, sırf için rahat olsun diye söylüyorum. Önder için çalışan bir iş adamının ihalesini baltalamak için gittiler, böylece Önder de kaybedecek. Yine, yeniden."

Cevap vermedim. Onun yaptığı açıklamayı da duymak istememiştim. Öğrenmek iyi olmuştu ama bunu hiçbir zaman Zafir'den öğrenemeyeceğimi de yeniden hatırlamama sebep olmuştu.

"Böyle yatmaya devam edersen uyuyakalacaksın ve biz konuşamayacağız Havin."

Ofladım. İnatla ne konuşmak istiyordu benimle?
"Seninle zaten konuşmam gereken bir şey yok Aslan."

"Sana Zafir'i anlatabilirim?" Başımı koyduğum yastıktan kaldırmadan ona baktım. Bedenini tamamen bana doğru çevirmiş ve televizyonla bağını çoktan koparmıştı. Konuşma konusunda ciddi miydi?

"Gördüğüm kadarıyla siz birbirinizi çok anlayamıyorsunuz çünkü. İkiniz de o kadar fazla şey yaşamışsınız ki karşınızdakine karşı gözleriniz bağlı."

Onunla Zafir'in arkasından dedikodusunu yapacakmış gibi hissetmeme neden olan konuları açmaya başladığında son kere burun kıvırdım.
"Bunu Zafir'le konuşsam daha iyi olur." O da bunları asla konuşmayacağı için biz yine böyle devam ederdik sanırım.

"Zafir'in sana kendisini anlatmayacağını en az benim kadar iyi biliyorsun." Israrcıydı çünkü saatler öncesinde yaptığımız kavga canımı ne kadar yakmıştı, izlerini görme fırsatı olmuştu. Onlar gittiğinden beri tek kelime etmemiştim, içim içimi yiyordu.
Reddetmeye daha fazla meyilli olmadığımdan uzandığım yerden kalkıp ona döndüm.

"Evet, dinliyorum? Anlat bana onu. Belki biraz yardımı dokunur."

Televizyonu kapattı. Etraftaki fazladan ses kaybolmuştu. "Bizden çok farklı bir hayatı olduğunu biliyorsun." Polis merkezine gittiğimde gördüğüm asker fotoğrafından bahsediyorsa eğer ona da çok hakim olduğum söylenemezdi. Zafir herhangi bir açıklama yapmadığı gibi üzerini örtüp soru sormamı bile engellemişti.

"O çok küçükken annesi ölmüş. Babasının işleri yüzünden. Bir yada iki yaşındaymış, sorsan hatırlamaz yani. Babası polismiş o zamanlar. Hemde bayağı fiyakalı bir adammış, hâlâ öyle gerçi. Bilirsin adın ne kadar duyulursa insanlar da peşinden o kadar gelir. Öyle bir baba düşün, onlarca düşmanın var; yakaladığın ya da yakalaman gereken onlarca suçlu ve bir de elinden tutan minicik bir çocuk. Babası, Zafir üzerinden defalarca kez tehdit edilmiş ve sonra da çözümü oğlunu yurtdışına çıkarmakta bulmuş." Demek Zafir'in yurtdışı macerası böyle başlamıştı. Onun küçüklüğünü düşünmek bile oldukça garipti. Şimdi öyle bir çocuk hayal ediyordum; sürekli ağlayan, annesini ya da babasını arayan minik yeşil gözlü bir oğlan çocuğu.

"Yurtdışında okudu Zafir. Neredeyse on yılı Fransa'da geçti o yüzden ana dili gibi bilir fransızcayı. Sonra ortada herhangi bir sorun kalmadığında döndü tabi. Döndü ama öylesine bir liseye yazılıp öğrenci olacak tip ben bile bizimkinde görmüyorum. Zaten babası yüzünden tam anlamıyla kargaşanın içine doğmuş, kargaşayla birlikte büyümüş birinden bahsediyoruz. O yüzden gelir gelmez askeri bir liseye yazılmış. Okumuş ve orduya girmiş." Duraksadı. Bakışları yüzümden düştüğünde devamı gelecek kelimelerini merakla bekliyordum.

UĞUR GETİRMEYEN BÖCEKLERWhere stories live. Discover now