KÜLE DÖNEN YEŞİLLER

331 26 1
                                    

Beyaz renk gözüme hiç bu kadar kirli gelmemişti. Masumiyetini kaybetmiş gibi bakıyordum hastane duvarlarına. Nefretle ve biraz da sitemle.
Ne hissedeceğimi bilmiyordum, ikilem yaşamak böyle bir şeydi sanırım. Bir yanım onun ne denli güçlü olduğunu biliyor ve bunu sorun etmememi söylüyordu. Ona güveniyorum, ayağa kalkacaktı. Halledebilirdi, neleri halletmemişti ki? Kendi hayatı duruyorken birçok insanın hayatına dokunmuştu o. Benim hayatımı bile sahiplenmişti sanki, benim yüklerimi sırtlanmıştı.
Diğer yanım ise okul bahçesindeki o son anını hatırlatıyordu bana. Zor nefes alıyorken bile gözlerimin içerisine bakıyorken gülen o adamı anımsıyordum. Bedeninden akan kanların etrafı boyayışını düşündükçe iç çekiyordum. Yapamaz diyordum. Kimse buna dayanamaz, o da süper kahraman değil ya? Belki de bu sefer pes ederdi?
Aklım çıkıyordu bu ihtimalden. Ona yakıştıramıyordum sanki. Ayağa kalkmalı diyordum kendi kendime. Ne olursa olsun onu yeniden ayakta görmeliyim.

Sindiğim koltukta neredeyse aklımın derinliklerinde kaybolup gidiyorken beni gerçekliğe çekip çıkaran ses koridorun sonundan gelmişti. Nefes nefese yanımıza koşturan kız alalacele yanımıza gelmiş ve ilk yaptığı şey nefretle üzerime atlamak olmuştu. "Senin yüzünden!!" dedi. Sanki bütün bunları yapan benmişim gibi. O silahı doğrultan da o kurşunu sıkan da başından beri benmişim gibi yakama yapışmıştı. "Sen yaptın, sen sebep oldun!"

Hiçbir karşılık veremedim. Dediklerini tartıyordum. Haklılık payı olma ihtimali bile kalbimdeki sızıyı katlıyorken araya giren Aslan, Hazal'ı benden uzaklaştırmaya çalışıyordu. "Sakin ol biraz. Hastanedeyiz, ne yapıyorsun?"

"Onun yüzünden." dedi bu sefer de. Sanki ona karşılık vermeyeceğimi anlamış da bu sefer de fikrine Aslan'ı ortak etmeye çalışıyor gibiydi. Başımı kaldırıp onlara baktım, Aslan inanır mıydı ona? O da suçlunun ben olduğumu mu düşünüyordu?

"Saçmalama Hazal. Bizden kimsenin bir suçu yok, gerçek suçluyu bulduğumuzda hesaplaşacağız."

Bu içimi soğutmuyordu. Sanki Hazal'a katılan biri dahi olsa kendimi suçlayacak gücü bulacaktım. Ben hayatına girdikten sonra çok şey değiştiğini iddia ediyordu hep. Önder'e karşı savunmasız olmasını sağladığımı düşünüyordu. Belki de haklıydı, belki de içeride benim yüzümden ameliyat oluyordu. O kurşunun sebebi bendim.

"Ya bırak Aslan ya! Hepiniz biliyorsunuz, bu kız aramıza girdiğinden beri yaşamadığımız aksilik kalmadı!! Önceden böyle değildi, Zafir hep kontrolcü biri olmuştu ve hiçbir detayı atlamaz, hiçbir şeyi kaçırmazdı ama şimdi önümüzü görmüyoruz baksana! İnsanlar elini kolunu sallaya sallaya Zafir'e silah doğrultuyor!"

"Hazal." dedi tok bir ses. Bu sefer sessizliğini bozmadan bizi dinleyen Sina konuşmuştu. Koridorun sonundaydı ve duvara yasladığı omzunu duvardan ayırarak bize doğru adımlamaya başlamıştı.
"Olayı bilmeden yorum yapma, silah Havin'e doğrultulmuş. Yani hedef oydu ve Zafir kendi isteğiyle bilerek onun önüne atlamış, burada kim suçlu tartışmayalım istersen. Verilen kararları sorgulamak bize düşmez, Zafir'in kendi seçimiydi."

Keşke dedim o an, keşke o silahı bana doğrultan adam hedefini tutturabilseydi. Keşke önüme Zafir atladığında şaşıp kalmak yerine onu itebilseydim. Keşke beceriksiz olmak yerine bütün bu acıyı ben çekebilseydim.

"Kendi seçimi öyle mi? Hale bak ya! Bu kızı koruyorsunuz hepiniz! Bu kız ortada olmasa Zafir öyle bir durumda bile olmayacaktı farkındasınız değil mi? Biraz düşünün bence! Zafir'in içeride olmasının tek sebebi bu kız!"
Bakışları yeniden bana döndüğünde göz göze gelmiştik. Üzerime yürüdüğü esnada Aslan araya girerek onu geriye çekti. "İşleri zorlaştırma ve evine dön, seni haberdar ederiz. Anlaşılan o ki, kafanı toplaman öncelikli."

Ofladı. "Hayatta gitmem, bu kız burada duracak ve ben eve döneceğim öyle mi?" Homurdanıyordu ve benden hoşlanmadığını artık oldukça net bir şekilde görüyordum. Dönüp karşımdaki koltuklara oturduğunda başımı yeniden önüme eğdim ama çok geçmeden yeni bir karışıklık çıkmıştı.
Doğu ve Afra'nın sesi koridorda yankılandığında gelenlere merakla baktım. Koşuyorlardı ve yanıma gelen ilk kişi Afra olmuştu. Boynuma atlayıp sımsıkı sarıldığında göz yaşlarım yeniden akmaya başladı.

"Ben sebep oldum."

"Şşştt... Yok öyle bir şey." Elleri sıkılaştı. "Senin hiçbir suçun yok."

Hıçkırdım. Benden uzaklaşıp göz yaşlarımı silmeye koyulduğunda ona hiç yardımcı olmuyordum çünkü sürekli olarak ağlayasım vardı. İçimdeki boşluğu nasıl dolduracaktım ki başka?

"Kendini paralama." dedi kesin bir dille. "Zafir uyandığında seni böyle görmesin."
Başımı salladım ama hâlâ ağlamaya devam ediyordum. O çekilip Sina'nın yanına gittiğinde ve yerini Doğu aldığında da kendimi durduramıyordum.
Önümde diz çökmüştü. Ellerini oturduğum sandalyenin iki yanına koydu ve hiç çekinmeden doğruca gözlerimin içine baktı. "Ağlama." Ettiği tek kelime dudaklarından öyle bir çıkmıştı ki sanki ağlıyor olmam onun da canını yakıyor gibiydi. "Ağlamak sana hiç yakışmıyor Havin." Güldü. Uzanıp yanaklarımı kuruladıktan hemen sonra sıkıca sarılmıştı. "Yanındayım, yanındayız. Hiçbir şey olmayacak sakın korkma. O kalkacak."

"Umarım." dedim. Hıçkırdım. Ona inanmak istiyordum. "Kalkar değil mi?"
Başını salladı ve geri çekilerek yüzüme baktı. Gözleri uzunca ifademi tarıyorken kararsız çıkan bir sesle konuşmuştu. "Ben olsam, arkamda böylesine ağlayan aşık bir cadıyı bırakıp gitmezdim."

Gülümsedim. "Ona bir şey olur diye ödüm kopuyor."
Tek nefeste ağzımdan çıkan kelimeler bana öylesine ağır geliyordu ki bu ihtimali düşünmek bile istemiyordum. Geldiğimizden bu yana çoktan birkaç saati geçmiştik ve o içeride yaşamak için çaba sarf ediyorken burada öylece oturuyor olmak güçsüzlüğümü tekrar tekrar görmeme neden oluyordu. Onu özlemiştim. Onu çok özlemiştim. Onunla yan yana olup da kavga ettiğim her an için çok pişmandım, ona uzanıp sarılabilecekken izlemekle yetindiğim her anı yeniden yaşamak istiyordum. Ona sarılmak, sıkıca tutunmak ve hiç bırakmamak için ne gerekiyorsa verirdim.

"Zafir Ural'ın yakınları burada mı?!"

Duyduğum sesle birlikte yerimde toparlandığımda koridorun sonundan gelen adama doğru ilerleyen bedenlerin gerisinde kalmıştım. Doğu'nun yardımıyla yerimden kalkıp doktora yaklaşıyorken söylemeye başladıklarını çoktan dinleme fırsatını yakalamıştım neyseki.

"Biliyorsunuz, zor bir ameliyattı. Kurşun oldukça hassas bir noktaya isabet etmiş, biz elimizden geleni yaptık ama malesef..." Duraksadı. Artık en arkada da olsam kalabalığa yaklaşmıştım. Bakışları o kalabalığın içinden sanki hissediyormuş gibi beni bulduğunda son kelimelerini söyledi. "Zafir Bey'i kaybettik."

Sendeledim. Koca bir şakadan ibaretmiş gibi gelen gerçekler göz kapaklarıma bir ağırlık misali otururken hemen yanımda Doğu olmasa yeri boylayacağımı biliyordum. Ona tutundum. Kolunu sıkı sıkıya kavrayan elime bakarken adımı seslenmişti ama duyduğum tek şey yoğun bir uğultudan ibaretti. Gözlerimi kırpıştırdım. "Olamaz." İnkar ettim, başımı iki yana salladım. "Bu gerçek olamaz." O ölemez, gidemez. Hayır.

"Havin? Gel oturalım önce."

Önümü göremiyordum. Karanlık öyle hızlı çökmüştü ki dünyama, yolumu kaybetmiştim. Bana ışık tutan bir Zafir kalmamıştı artık. Kaşlarının altından yüzüme ciddiyetle bakan o sima, etrafımı en ufak bir yakınlığında dahi saran o nane kokusu gitmişti.
Bana yeni bir dünya veren adam sanki o dünyada kendisinin de olmasını çok görmüştü bana. Terk etmişti beni. Çekip giderken benden aldıkları, beni bıraktığı yerde ben olmama engel olacak şeylerdi. Onsuz yapamazdım artık. Eskisi gibi olamazdım. Gülemezdim içten. Yeşili seyredemezdim. Naneli sakız çiğneyemezdim mesela.

O gitmişti. Ben bitmiştim. Geriye kalan ise koca bir yangına kurban giden ormandı. Küle dönen yeşiller yerini siyaha bırakırken gökyüzüne dağılan siyah dumanlara bakıyordum. Öylece. Çaresizce.


Takipte kalın,
lasasella
Hikaye kesitleri, sohbet ve spoiler için,
instagram: storiesoflasasella
instagram: ugurgetirmeyenbocekler
Müzik listeleri için,
spotify: lasasella

🐞

UĞUR GETİRMEYEN BÖCEKLERWhere stories live. Discover now