Başkan Eugine gibi komiteye üye olan, Elit Meclisini yöneten ve tüm şehir tarafından tanınıp saygı gören bir adamın karşısına üzerime birkaç beden büyük gelen bir gömlekle, dağınık saçlarla ve asık bir suratla çıkamayacağımı biliyordum... Ama Abraham haklıydı, başkan bekletilmekten hiç mi hiç hoşlanmazdı. Ben de kimseyi bekletmekten hoşlanmazdım zaten. Yine de üzerimi değiştirmek için yeterince vaktim olmasını isterdim. Bu düşünceler yüksek sesle iç çekmeme neden oldu. Neyse ki gömleğim temiz ve düzgündü, üstelik dizlerimin üzerine kadar geldiği için de bol bir elbise gibi görünüyordu. Hem paltolarımdan biriyle bu paspal görüntümü kapatabilirdim. Saçlarımı salıp yanıma toplayarak ellerimle taradım ve yüzüme minik bir tebessüm kondurduktan sonra yeşil, kemerli bir palto alıp çalışma odamdan çıktım. Her yerinde bir cep olan paltomun küçük, altın rengi düğmelerini iliklerken Abraham beni kapının hemen önünde bekliyordu. Saçlarımı toplamam için bana en az saçlarım kadar siyah, lastik bir toka uzattı. Bazen işine bu kadar takıntılı olmasını seviyordum. Her zaman neye ihtiyacım olduğunu biliyordu. Tokayı reddetmedim ve dalgalar halinde dökülen gece rengi saçlarımı daha toplu görünmeleri için sıkı bir at kuyruğu yaptım. "Beyefendi seni bahçedeki çardakta bekliyor." Abraham bunu dedikten sonra bana eşlik etmek için zarif adımlarıyla hızlı ve sık olan adımlarıma ayak uydurdu. Belli ki gergin olduğumu fark etmişti ve beni yalnız bırakmak istemiyordu. Ne kadar da düşünceliydi, bunun için ona ne kadar minnettar olduğumu bilmesi gerekiyordu.
"Çok tatlısın." dedim samimi bir gülümsemeyle.
"Ne?"
"Çok tatlısın." diye tekrar ettim.
Merdivenlerin son basamağından inmeme yardım etmek için elini uzatırken Abraham'ın yüzünde bir şefkat vardı. O şefkati görmek bana kendi babamı hatırlattı, bir an yere yığılacak gibi oldum. Oysa babamı yüzünü unutacak kadar uzun süredir görmemiştim. Galiba unutmak üzere olduğum adamın bana hissettirdiği o şey kalbime işlenmişti; O şey koşulsuz sevgiydi. Abraham'da da hissettiğim şey buydu, bir babanın şefkati. Belki de oğlu Peter ile birlikte büyüdüğümüz ve şimdi Peter çok uzaklarda olduğu içindi, bana karşı her zamankinden çok daha babacandı. Abraham ne düşündüğümü anlamıştı. Tıpkı bir baba gibi konuşarak, imayla, "Neden bahsettiğini bilmiyorum, kızım." dedi. Zarif jestine karşılık onun ipek, beyaz eldivenli elini tutarken derin bir nefes aldığımda burnuma deterjan, misk ve yapay bir oda parfümü kokusu doldu. İtiraf edeyim, Abraham'ın evi temizlemek için tuttuğu hizmetkârlar işlerini çok iyi yapıyordu. Başta kızlar çok genç oldukları için çekinsem de şimdi kirletmeye korkacağım kadar temiz görünüyordu her yer.
"Beni yalnız bırakmak istememeni taktir ediyorum, gerçekten. Bunu bil, tamam mı?"
"Biliyorum. Başkan biraz... Eksantrik biri, değil mi?"
Değerli tablolarla ve daha çok süs için kullanılan duvar lambalarıyla dolu holden geçerken kıkır kıkır gülerek kafamı iki yana salladım. "Öyledir," diye kabul ettim ve gülüşüm solarken biraz bıkkın bir ses tonuyla ekledim. "Ama ben kesinlikle daha farklı sıfatlar kullanırdım, daha farklı ve daha kötü sıfatlar."
"Bu kulağa onu pek sevmiyormuşsun gibi geliyor."
"Onu pek sevmiyorum."
Duygusuz itirafım karşısında merakla "Neden?" diye sordu, bir yandan da benim için dış kapıyı araladı. Tamamen granitten oyulmuş verandaya adım atarken uzun, ince parmaklarımı kolumda gezdirdim. Ben kısmen herkesi severdim. Bu yüzden birini sevmediğimi duymak Abraham'ı meraklandırmış olmalıydı. Hmm... Ne desem ki buna?
"Tam bir görgüsüz. Huysuz. Ayrıca aşırı kuralcı ve geri kafalı."
"Senin kimse hakkında böyle konuştuğunu duymamıştım. Yani, hadi ama, başkan olmak onu biraz kibirli yapıyor olabilir ama o kadar da kötü olamaz."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Gladyatör: Tutsak Ruhlar (1)
FantasyVanessa, bir mucit ve çeşitli makineler icat eden bir makinisttir. Tüm dünyası babasından kalma köşkünden, bilimden ve hayat verdiği makinelerinden ibarettir. Taa ki korkunç canavarları şehirden uzak tutmak için sinyaller yayan bir makine icat edene...