🔸10.BÖLÜM: GLADYATÖR VE MUCİT

928 165 55
                                    

Tanrım, mutluymuş gibi bile davranmıyor.

Kalbimdeki her atım Damien'ın sessiz kaldığı her saniye biraz daha artarken, Damien karamsar bir merakla, "Sen benim bir dövüşümden ne kadar kazanabileceğini biliyor musun?" diye sordu. "Sana söylediler mi?"

Bu sorunun altındaki imadan hiç hoşlanmayarak kaşlarımı sertçe çattım ve dirseklerimi masaya yaslayarak öne eğildim. Aramızda uzun bir yemek masası olmasına rağmen sanki Damien çok yakınımdaymış gibi hissetmekten kendimi alamıyordum. "İstersen yüz bin pell kazan. Umurumda değil." dedim aynı alaycı tavırla. "Şiddeti asla onaylamıyorum ve o arenaya hiçbir koşul altında gitmeni istemiyorum. Ellerine bulaşmış kanla elde ettiğin bir parayı kullanmam. Zaten ihtiyacım da yok. Kendi paramı kendim kazanabilirim. Hem senin için de çok tehlikeli. Yaralanabilirsin. Ölebilirsin-"

Damien aceleyle parmaklarını kaldırınca susmak için dudaklarımı birbirine bastırdım. "Bekle, dur. Bir saniye." dedi hiçbir şey anlamıyormuş gibi. "Kendi paran mı? Tüm bu malikane senin mi?"

"Evet," derken bocaladım. "Yani, kısmen. Gelir giderlerini ve çalışanların maaşlarını ben karşılıyorum."

Damien, hafif de olsa ilk kez onda gördüğüm bir merakla "Ne iş yapıyorsun?" diye sordu. Ondan asla olumlu bir karşılık alamayacağımı düşünmeye başlamışken benimle ilgili bir şeyi merak ediyor olması beni sevindirmişti. O yüzden hiç bekletmeden cevap verdim.

"Ben bir mucidim."

Bunu her dediğimde gelen tepkiyi bekledim fakat Damien kadın olmamla alakalı en ufak bir yorum yapmadan, kaşlarını hafifçe kaldırarak, "Yani zekisin." dedi.

Dudaklarımı hafif bir gülümseme kapladı. İnsanlar zeki olduğumu söylerlerdi ama böbürleniyormuş gibi görünmek istemediğim için cevaplar vermedim. Damien aklına her ne geldiyse bir şeyler mırıldanıp öfkeyle kaşlarını çattı ve çatalını önündeki kırmızı ete bastırdı. Sertçe "Başkanın beni sana hediye etmesinde mesleğinin bir ilgisi var mı?" diye sorarken dudaklarımdaki gülümseme solup gitti. Bundan bahsetmek zorunda mıydı sanki? Ama içinde bulunduğumuz şu durumda Damien'a bir açıklama borçluydum sanırım. Neden burada olduğunu bilmeyi hak ediyordu.

"Evet." dedim tümüyle yenilmiş bir tavırla lafa girerek. "Eskiden ülkenin sınır şehirlerinde vahşi yaratık saldırıları olurdu ve ordu onları durdurmaya yetecek güce sahip olmadığı için insanlar zarar görürler, hatta öldükleri bile olurdu. Ben de bu vahşi yaratıkları şehirden uzak tutan bir makine yaptım. Bu, prensipte bizim duyamayacağımız frekansta sinyaller yayan bir tür radyo ama işe yarıyor. Bu sayede hem halka yüklenen vergiler düştü hem de ordumuz daha da güçlendi. Başkan Eugine'de birkaç gün önce bana bir hediye vermek istediğini söyledi. Anlamışsındır, onun minnetini gösterme şekli biraz... Tuhaftır. Ama sonuçta buradayız. Neyse. Ne demek istediğimi anladığını sanıyorum."

"Arena yok, anladım."

"Yarın çalışmalarımda bana yardım etmek ister misin?"

"Sen nasıl istersen."

Bu yeterince iyi bir cevap değildi ama vay canına, bu bu kadar kolay mıydı? Her neyse, bu meseleyi de hallettiğimize göre...

Keyifli bir şekilde kocaman gülümsedim ve başımı yana yatırırken yüzüme kibar, dost canlısı bir ifade yerleştirdim. Artık başka bir şeyden bahsetmek için konuyu değiştirerek "Bu masa oldukça iştah açıcı görünmüyor mu?" dedim. Gerçekten de bir sürü yemek vardı; Kırmızı etle yapılmış bir ızgara, tavuk sote, patates püresi, pirinç pilavı, salatalar, tatlılar, meyveler, tatlı ve ekşi şerbetler... "Denemek istediğin bir yemek var mı? Bence hepsinin tadına bakmalısın. Juno'nun yemekleri harikadır."

Gladyatör: Tutsak Ruhlar (1) Where stories live. Discover now