🔸3.BÖLÜM: TEHDİT

998 155 37
                                    

Bir şeyleri tamir ederken kendimi yorup uyuyakalmak o kadar alışkın olduğum bir şeydi ki, yine olması beni hiç şaşırtmadı. Jennie'nin bebeğini tamir ettikten sonra başımı masaya yaslamış, kollarımı başımın etrafına dolamış ve uyumuştum; oysa amacım sadece gözlerimi dinlendirmek, son rötuşları yaptıktan sonra da güzel bir uyku çekmek için yatak odama gitmekti. Abraham haklıydı galiba. İşimi çok sevmem bir yana, kendimi gerçekten de çok fazla yıpratıyordum. Bu gidişle hasta falan olacaktım. Esneyerek başımı masadan kaldırdım ve kuş yuvasına dönmüş olan saçlarımı parmaklarımla tarayıp düzeltmeye çalışırken de esnemeye devam ettim. Bir yandan da 'Kendime daha fazla dikkat etmeliyim.' diye düşündüm. Belki de bir yatma saati belirlemeliydim? Böyle bir şey uyku düzenimi ayarlar mı emin değildim ama denemekten zarar gelmezdi. Yine de yatma saatine uymak konusunda ne kadar disiplinli olacağım tartışılırdı. Bazen bedenimi, zihnimi, her şeyimi üzerinde çalıştığım makineye odaklamam o kadar kolay oluyordu ki...

Gözlerim balkonumdan limanın olduğu tarafa kayarken ellerimi saçlarımdan çektim. Martıların ve limana yanaşan büyük balıkçı gemilerinin sesleri birbirine karışmıştı. Okyanus ise masmavi bir örtü şeklinde gökyüzünün ötesine kadar uzanıyor, hafif dalgalarla kıpraşıyordu. Bu yüzden burayı çalışma odam yapmıştım. En çok vakit geçirdiğim yerin güzel bir manzarası olması fikri hoşuma gitmişti. Üstelik okyanus esintisi odamın her zaman, sıcak yaz günlerinde bile, ferah olmasını sağlıyordu.

Bir ara kapımın açıldığını duydum. Sırtım kapıya dönük olmasına rağmen gelenin Abraham olduğundan emindim. Başka kim olacaktı ki zaten? Burada uyuyakaldığım için kendimi en iyisinden bir azara hazırlarken endişeyle alt dudağımı ısırdım. Abraham'a biraz çalışıp odama gideceğime dair söz verdiğime pişmandım şimdi. Her ne kadar isteyerek yaptığım bir şey olmasa da kendimi ona yalan söylemiş gibi hissediyordum. Rahatlamak için derin bir nefes aldım. Ardından sandalyemden yavaşça, çok yavaşça kalktım ve kapıya dönerken masum, özür dileyen bir sesle konuşmaya çalıştım; "Dinle Abraham, ben yalnızca..." diyordum ki, kelimeler ağzımda takılı kaldı.

Gelen Abraham değildi.

Kaldı ki, tanıdık biri bile değildi.

Biri esmer, ikisi sarışın üç adamdı ve hepsi de yüzlerinin yarısını örten bir peçe takmalarına rağmen bu üç adamı daha önce hiç görmediğimden çok emindim. Daha iri yarı olan sarışınlardan biri en önde duruyordu. Galiba patron oydu. Adamın ayağında parlak tokalı kocaman çizmeler vardı ve öyle iri yarıydı ki bedenini örten koyu, özensiz kumaşlar gerilmiş ve adamın geniş göğsü ile kasla kaplı kollarını daha da açığa çıkarmıştı, ilk ilgimi çeken bunlardı. Ardından adam peçesini indirdi. Gözlerim yüzünü tararken adamın yüzünde pembeye dönmüş, uzun bir yara izinin olduğunu gördüm. Ya kavgaya karışmıştı ya da biri yeni bıçağını bu adam üzerinde denemeye kalkmıştı. Darmadağınık olan sarı saçlarıyla bu yara izi birleşince adam tam bir eşkıyaya benziyordu ama birini dış görünüşe göre yargılayarak acele etmek istemiyordum. Yine de bu adamların burada ne işi vardı? Kimse onları durdurmamış mıydı? Abraham dışında kimsenin buraya girmesine müsaade yoktu, ki bu evdeki her çalışan bunu bilirdi. Biri mutlaka bu adamlara 'buraya' girmemeleri gerektiğini söylemiş olmalıydı.

Gülümsemeye çalıştım, ki bu çok zordu.  Kendimi hiç rahat hissetmiyordum. Ellerimi hafifçe çırpıp "Size nasıl yardımcı olabilirim beyler?" derken sesimdeki gerginliği odadaki herkes fark etmiş olmalıydı. Esmer adam tek kaşını kaldırırken iri yarı sarışın ilgisiz, kalın bir sesle "Merhaba. Biz Theodore'un çocuğuna bakmıştık. Burada yaşadığını söylediler." dediğinde uzun süredir bu ismi duymadığım için kaşlarımı çatmadan edemedim. Uzun süredir kimse babamın ismini kullanmamıştı. Abraham bile.

Gladyatör: Tutsak Ruhlar (1) Where stories live. Discover now