🔸26.BÖLÜM: ÇOCUK KALBİ

881 146 49
                                    

Kahvaltı için bahçeye inerken -O gün hava kasvetli sonbahar havasından uzak bir şekilde güneşliydi ve Abraham'da bu yüzden bahçedeki masaya hazırlatmıştı- koridorda Damien'la karşılaşınca olduğum yerde dondum kaldım. Panikle etrafıma bakındım. Ne diyecektim? Bir şey demeli miydim? Sadece gülümsesem? Ya da dönüp kaçsam mı? Parmaklarımı saçlarımın arasından gergin gergin geçirirken kendi kendime anlamsızca bir şeyler homurdandım. Ahh, çok gergindim! En son konuştuğumuzdan bu yana doğru düzgün karşılaşmamıştık bile! Yine de amacı o küçük kızı kurtarmak olduğu için tavır almak yerine kibar olmaya ve bu konu hakkındaki duygularımı açmaya çalıştım. Aynı evde yaşıyor, üstelik birlikte çalışıyorduk; Ondan kaçmaya çalışmak saçma ve faydasız bir çaba olurdu zaten. Bunun yerine doğru düzgün bir şekilde iletişim kurmak daha sağlıklıydı.

"Günaydın, Damien." Saçımı kulağımın ardına iterek gülümsedim. "Bugün nasılsın?"

Damien burada durup onunla konuştuğum için biraz şaşırmış gibiydi. Şaşkınlığını üzerinden atması uzun sürmedi ve bunu yapınca günümü güzelleştiren bir tepki vererek bana hafifçe tebessüm etti. Böyle ılımlı olunca çok daha yakışıklı görünüyordu.

"Günaydın."

"İyi uyudun mu?"

"Evet... Usta."

Vanessa. Bana ismimle seslendiği anı hatırlayınca kalbim duracak gibi oldu ve şimdi yeniden... Gözlerimi kapattım. Ne güzel. Usta'ya geri dönmüştük demek. Bunu demesinden nefret etsem de kendimi gülümsemeye zorlayarak "Ah, yani bana yine usta diyorsun." diyerek şakalaştım onunla.

"İsminle hitap edemeyeceğimi sana söylemiştim."

"Daha önce yaptın, geçen gün. Hem de birkaç defa. Hatırlamıyor musun?"

Damien bunu hatırlarken kaşlarını çattı. Sonra bir açıklama yapacakmış gibi "Ben," dedi ve yine hafifçe tebessüm etti. Bir günde iki kez! Kendimi şanslı saymalıydım. İstemsizce ben de ona gülümsedim. "Sana isminle seslendiğimin farkında bile değildim, ağzımdan kaçmış olmalı." dedi özür dilercesine. Ağzından kaçmış, diye düşünürken buna üzülerek dudaklarımın arasından iç geçirdim. Etrafıma bakınarak gözlerimi duvar lambalarında, tablolarda, yerdeki uzun halıda, köşe masalarında gezdirdim. Koridorda bizden başka kimse yoktu. Duyulan tek ses nefeslerimizdi. Gözlerimi Damien'ın geri dönünce ona dikkatle baktım. Camlardan içeri sızan güneş ışığı saçlarında koyu gölgeler oluşturuyor, yanaklarından birine vuruyordu. Onunla bir sabah böyle sıradan bir şekilde sohbet etmek her ne kadar iyi hissettirse de ikimizin de üzerinde bariz bir sessizlik, gerginlik vardı. Galiba olanları aşmak için ikimizin de çabalaması gerekecekti...

"Arthur'la konuştum." Bunu düşünmeden söylemiştim ama bir gün söylemem gerekecekti zaten. "Bir daha seni bu konuda rahatsız etmeyecek ve arenaya çıkmana da gerek yok artık."

"Başkan Eugine sana çok kızdı mı?"

"Bence o daha çok seni dövüştüren o asile kızdı."

Gözlerimin içine bakıyordu.

"Ya sen? Bana hâlâ kızgın mısın?"

Ona kızgın mıydım? Kırgın olduğum bir gerçekti ama gerçekten kızgın mıydım ki?

"Ben... Hayır... Tam olarak değil..."

"Neden?" diye sorduğunda alt dudağımı ısırdım.

Sahiden, neden?

"Öfkem o anlıktı, Damien. Ben kinci biri değilim. Sadece seni dövüşürken görmekten nefret etmiştim. Hem sonrasında bana kendini açıkladın."

Gladyatör: Tutsak Ruhlar (1) Where stories live. Discover now