🔸12.BÖLÜM: BİR PARÇA TESELLİ

1K 166 69
                                    

"Bunu nasıl söyler? Nasıl söylemeye cesaret eder? Hakkımda bir bok bilmiyor ama yine de..."

Damien'a ceza veremeyeceğim için bu can sıkıcı durum karşısında sürekli söylenip durmak dışında yapabildiğim pek bir şey yoktu. Onunla iletişim kurmaya çalıştığım her seferinde bir duvara çarpıp durmaktan yorulmuştum ve ruhumun tüm naifliğine karşın yaşamım boyunca kimsenin beni böyle kışkırttığını anımsamıyordum. İçimde biriken hayal kırıklığı ve öfke zamanla daha da büyüyordu. Öyle sinirliydim ki, gece boyunca gözüme bir damla uyku girmemişti. Şimdiyse çalışma odamdaydım. İşime odaklanmaya çalışsam da düşüncelerimin gittiği yön buna izin vermiyordu. Hâlâ bana söylenen şeyleri sindirememiştim. Asla da sindiremeyecektim. Damien genç ve yakışıklı olabilirdi ama çok kötü ve kaba biriydi! Nefret ve öfke dolu bir insandı. Ona tüm iyi niyetimle yaklaştığımdaki hiddeti kimsede görmüş değildim. Beni onun öfkesinden, nefretinden koruyacak hiçbir şey yoktu. Gerçi ben de ona pek kibar davranmamıştım. Her ne kadar her şeyi başlatan Damien olsa da meydan okumasına aynı şekilde karşılık vermiş olmak beni rahatsız ediyordu. Ben bu kadar düşüncesiz bir insan değildim ki! Şimdiyse o tavrı hak edecek ne yaptığımı düşünüp duruyordum. Damien'ın dediklerini, demeye cüret ettiklerini düşününce kafayı yiyecek gibi oluyordum.

'Senin gibiler... Asiller, soylular, artık kendinize her ne diyorsanız... Sadece kendini düşünen, bencil, çıkarcı pisliklersiniz.'

Beni böyle mi görüyordu? Zalim bir pislik olarak? Ne yapmıştım ki ben?

Ama şimdi neden yeraltı dövüşlerinde en iyisi olduğunu anlayabiliyordum. Korkacak bir şeyi yoktu. Bu yüzden güçlüydü. Demek istediğim, zalim bir pislik olduğunu düşündüğünüz birine zalim bir pislik olduğunu düşündüğünüzü söylemek için ya çok cesur olmanız ya da kaybedecek hiçbir şeyinizin olmaması gerekirdi. Damien'da ikisi de vardı. Ne üzücü çünkü beni tanımak için bir saniye harcasaydı eğer onun için asla kötü bir şey istemeyeceğimi bilirdi. Şimdiyse Damien'dan köşe bucak kaçıyordum. Çocukça bir tepki, farkındayım ve aynı evde yaşadığımız için ondan sonsuza kadar kaçamayacağımın da bilincindeyim ama en azından bir süre yüzünü görmek, sesini duymak, gözlerine bakmak istemiyordum. Ona hâlâ öfkeliydim. Öfkem kolay kolay geçecek gibi de değildi.

Huzursuzluğumla birlikte öfkem de arttı.

Hiddetle kaşlarımı çattım ve teleskobun vidalarından birini uygun bir anahtarla sabitlerken huysuz huysuz söylenmeye devam ettim.

"Kendini beğenmiş! Küstah budala!"

Dünkü açık sözlülüğünden sonra aklıma gelen her türlü hakareti saymak istiyordum.

Beni engelleyen tek bir şey vardı, o da Abraham'ın üzerinde çay ve kurabiye olan bir tepsiyle çalışma odama girmesiydi. Onu görmek beni hem şaşırttı hem de üzdü. Moralim öyle bozuktu ki onunla bile doğru düzgün konuşmamıştım. Benim için endişelenmiş olmalıydı, aksi halde sabahın bu saatinde burada olmazdı. Abraham selam verircesine başını eğdikten sonra tepsiyi masamın üzerine bıraktı. Zarif bir fincana doldurulmuş olan çayın enfes kokusu burnuma ulaşmasına rağmen iştahımda en ufak bir kabarma olmadı. Kurabiye ve çaya şöyle bir bakmakla yetindim sadece. Sonra da çalışmaya geri döndüm. Dudaklarım düz bir çizgi halini alırken yanaklarıma dökülen uzun, dalgalı, saçlarım ifademi sakladı ama kör değilse eğer moralimin ne kadar bozuk olduğunu yüz kilometre ötedeki biri bile anlayabilirdi.

"Hasta mısın, Vanessa? Bugün oldukça dalgın görünüyorsun."

"Ah, yok, çok iyiyim ben." derken gözlerimi önümdeki vidadan ayırmadım ama içimden 'Ne kadar iyi olabilirsem o kadar iyiyim,' diye de geçirdim.

Gladyatör: Tutsak Ruhlar (1) Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin