🔸1.BÖLÜM: KENDİ KÜÇÜK GEZEGENİMİZ

1.2K 149 19
                                    

Beni ben yapan her parçam yüzünden insanlar garip bir kadın olduğumu düşünürdü.

Aslında bu beni hiç şaşırtmıyor.

Toplum, bir yapboz ve ona uymayan parçaları ya bütününden ayırmaya ya da kesip kendine uygun parçalar haline getirmeye meyilli bir yapı. Kabullenilmesi gereken bir gerçekten çok acınası bir gerçek çünkü bence insan olmak istediği kişiden asla vazgeçmemeli. Şimdi bile her şey benim 'kim' olduğumla ilgili aslında. Her zaman hayatımla ne yapmak istediğimi, kim olmak istediğimi biliyordum. Bir mucit, bir makinist, bazen de bir oyuncak tamircisi ama her şeyden daha çok tüm ruhunu, zihnini, benliğini öğrenmeye ve bilime vermiş bir insan. Ben bunlardan ibarettim. Biliyordum ki, her zaman da bunlardan ibaret olmaya devam edecektim.

Kabul edeceğim, kolay değildi. Kendim olmaktan korkmamayı öğrenmek yıllarıma mâl olmuştu ama nihayetinde başarmıştım ve başka türlüsü nasıl olur bilmediğim için beni ben yapan neler varsa onlara sıkı sıkı sarılmaya, son nefesimi verirken bile 'Venassa Born' olmaya devam edecektim. Bazen insanlar bu düşünceyi gülünç buluyordu. Şehirdeki tek kadın makinist olmak yerine uyum sağlamak daha kolay olamaz mıydı? Neden diğer kadınlarla zıt düşüyordum? Çoğu kadın bir tornavida yerine mücevherleri ya da yakışıklı erkekleri tercih ederdi. Bu kulağa oldukça yapılabilir bir şeymiş gibi gelmiyor muydu? Aslında geliyordu. Nedenini sorgulamaktan geçirdiğim yıllar sonrasında cevabın çok basit olduğuna karar vermiştim; Çünkü toplumumuz ne kadar büyük bir yapboz olursa olsun insan olduğu kişiden kolay kolay vazgeçemiyor.

Ve beni bu dünyada 'Vanessa' gibi hissettiren tek bir yer var.

Çalışma odam.

Sığınağım.

Ellerimin arasında tuttuğum oyuncak bebekle tam bir kargaşa halinde olan çalışma odama girmek için kapıyı açarken hiç olmadığım kadar kendimdim. Düşmek üzere olan üç ayaklı, demir askılığı yere kapaklanmadan önce tutup çektim. Paltomu çıkarıp askılığa asarken ve çizmelerimi çıkarmak için eğilirken derin, rahat bir nefes aldım. Saat daha sabahın yedisiydi. Bu saatte evdeki tüm çalışanlar uyuyor olurdu. O yüzden elimden geldiği kadar ses yapmamaya çalışıyordum ama lanet olsun, bu malikane milat kadar eskiydi! Umarım kimse uyanmamıştır, diye düşünerek ayaklarımın altında gıcırdayan koro zemine dikkatle bastım. 

Çalışma odam, bu malikanedeki en büyük odaydı ve kısmen üç ana bölümden oluşuyordu. Çok, çok uzun bir süredir bana kahyalık yapan Abraham iki yıl önce bir dolap ustası çağırmış ve ıvır zıvırlarımı yerleştirmem için duvarlardan birini boydan boya çekmecelerle ve raflarla kaplatmıştı. İlk kısım burasıydı. İkinci kısım kendi icatlarımı ve makinelerimi yaptığım kısımdı, ki bunun için şehir başkanından ve devlet kasasından yüklü miktarda bir fon alıyordum. Üçüncü kısım ise halktan insanların ve daha düşük bütçeli müşterilerimin işlerini halletmek için ayırdığım küçük bir bölümdü. En çok üçüncü kısmı seviyordum çünkü bu kısımda limana ve okyanusa bakan taş bir balkon vardı. Daha şimdiden martıların ve gemilerin sesleri her yeri kaplamıştı. Dayanamayıp gözlerimi kapattım ve odama kadar gelen güzel, ferahlatıcı okyanus kokusunu ciğerlerime çektim. Hafif hafif oynaşan rüzgar tenime çarptı ve saçlarımı havalandırıp bana birkaç beden büyük olan gömleğimi dalgalandırdı. Çalışırken her zaman büyük beden gömlekler giyerdim. Bir kere aşırı rahatlardı; İncelerdi ve içinde hareket etmesi en kolay olan kıyafetlerdi. Bu huyumu da babamdan almıştım çünkü küçükken tüm gün bu odada vakit geçirip ona yardım ederken onun gömleklerini giyerdim ama o kaybolduğundan beri kendi gömleklerimi satın alıyordum. Okyanus kokusunu birkaç kere daha içime çekerken hafifçe gülümsedim. Bunu tüm gün boyunca yapabilir- Bekle. Yapamazdım. Bu bebeği yarına kadar tamir etmem gerekiyordu.

Gladyatör: Tutsak Ruhlar (1) Where stories live. Discover now