🔸36.BÖLÜM: CANAVARLAR VE KABUSLAR

810 136 32
                                    

Eve dönüş yolunun bu kadar BERBAT geçeceğini bilsem muhtemelen asla geri dönmek istemezdim. Malikanenin verandasına çıkarken sendeledim ve önüne bakmayan bir aptal gibi dizlerimin üzerine düşmemek için tırabzanlara tutunurken derin bir nefes aldım. "Sakin ol, sakin ol." dedim kendi kendime, işe yaramayacağını bilsem de. Asık bir suratla yumruğumu kaldırıp kapıyı çaldığımda Abraham'a ne açıklama yapacağımı düşünüyordum çünkü kesinlikle çok endişelenecekti ama görünüşe göre Damien'a ne açıklama yapacağımı düşünsem daha uygun olurdu. Beni görünce laciverte çalan koyu gözleri hafifçe irileşti. Bir şey demek için ağzımı açtım ama sonra diyecek bir şey bulamayarak geri kapattım. Bunu ona açıklayamazdım ki! Her yerim çamur toprak içindeydi; Kıyafetim, ellerim, yüzüm... Onun karşısına bu şekilde çıkmak beni utandırıyor, devekuşları gibi kafamı kumun içine gömmek istememe neden oluyordu. Sanki bunun bir faydası olacakmış gibi elimin tersiyle elmacık kemiğimi silerek oradaki çamuru temizlemeye çalıştım. "Yok bir şeyim." derken ne kadar berbat bir yalancı olduğumu düşünüp duruyor, kendime işkence ediyordum.

"Bir şeyin var." derken Damien'ın sesinde sadece öfke ve şüphe vardı, gözlerinde de... "Neden her yerin çamur içinde?"

"Sorun yok. Sadece bir yanlış anlaşılma oldu, o kadar. Önemli bir şey olsa sana söylerdim."

Ne saftım. Damien'ın bana inanmayacağını bile bile neden yalan söylüyordum? Bu boşa kürek çekmekten başka bir şey değildi ki.

Damien, omzunu kapının pervazına yasladı ve tehlikeli bir sakinlikle beni saç uçlarımdan ayak uçlarıma kadar süzdü. Çatık kaşları gördüklerinden hiç memnun olmadığını ele veriyordu. Gözlerime geri bakarken "Kimdi onlar?" diye sordu. "Bana isimlerini verirsen, yemin ederim, yaptıkları bu şey için onları-"

"Hayır, Damien." dedim.

Tamam, yaptıkları şey çok yanlıştı ama her şeyden önce onlar birkaç aptal gençti işte. Hiçbirinin on sekiz yaşında olduğunu bile sanmıyordum. Ayrıca o kadar da umursamıyordum. Sadece uzun bir banyoya ihtiyacım vardı. Çok uzun bir banyo, diye ekledi içimden bir ses. Bunları düşünerek iç çektim. Damein'ın yanından geçip içeri girerken onun peşimden geldiğini görmek için dönüp bakmama gerek yoktu. Sonrasında tek hatırladığım şey oturma odasındaki koltuklardan birinde oturuyor olduğumdu. Ellerimdeki çamura bakarken bir kere daha iç çektim. Tanrım. Hiç iyi bir gün geçirmiyordum. Önce Elizabeth, sonra Diana ve sonra da bu saçmalık...

Damien yanımdaki boşluğa otururken onun karşısında böyle pis bir hâlde durmaktan utandığım için başımı öne eğdim ve kendi kendime, "Berbat görünüyorum." diye homurdandım.

"O kadar değil. Aslında tüm bu çamur o güzel gözlerini açığa çıkarıyor."

Böyle bir şey demesini beklemiyordum. Kirpiklerimi kırpıştırdım ve siyah denecek kadar koyu bir tona sahip olan gözlerimle Damien'a şaşkın şaşkın baktım. Sonra da dudaklarımı süsleyen hafif bir gülüşle "Dalga mı geçiyorsun?" diye sordum.

"Elbette dalga geçiyorum. Gel buraya, seni temizleyelim."

Yanağımdaki çamuru temizlemek için temiz, nemli bir bezi yüzüme yaklaştırdı. O yanağımı silerken düşünmek için gözlerimi yumdum. Bu sorunun kısmen benim hatam olduğunu -Çünkü o kürsüde çenemi kapalı tutamamıştım!- biliyordum ama daha önce hiç böyle bir duruma düşmediğim için ne yapacağımı bilmiyordum. Damien havluyu kaşımın kenarına bastırırken dudaklarımdan çıkan huysuz homurtuyu tutamadım. Muzip ama memnunsuz bir sesle "Dünkü konuşmamdan sonra karşılığında hiçbir şey almadan bu işten kurtulacağımı düşünmek aptallıktı, değil mi?" diye sorduğumda Damien'ın dudakları kendine özgü bir gülümsemeyle kıvrıldı. Bana yaklaşırken sesi sanki beni ikna etmeye çalışıyormuş gibi tatlıydı.

Gladyatör: Tutsak Ruhlar (1) Where stories live. Discover now