🔸7.BÖLÜM: FAZLA SABIRSIZ

930 160 69
                                    

Her şeyin yeniden sakinleşmesine imkân veren birkaç gün yaşadıktan sonra Abraham ve ben şehir merkezine indik. Hem Bay Alessandro'nun teleskobu için birkaç ıvır zıvır satın almam hem de kendimi adeta çalışma odama kilitlediğim için biraz nefes almam gerekiyordu. Küçük bir çocuk grubu ayaklarımın yanından koşarak ve gülüşerek geçerken tutuyor olduğum karton kutuyu daha da sıkı kavradım. Endişeyle alt dudağımı ısırdım. Kutunun içindeki şeyler kırılırsa hepsini yeni baştan satın almam gerekirdi. Bana ait olan siyah, uzun arabanın yanında durup kutunun içindeki mercekleri, tripodu ve netlik ayar tekerleğini hızlıca kontrol ettim. Bu şeyler adeta bir servet değerindeydi! Abraham'ın elinde daha da büyük bir kutu vardı. Kutuyu arabamın arka koltuğa nazikçe bıraktı ve elimdeki diğer kutuyu almak için döndü. "Teşekkürler!" diyerek kutuyu kahyamın ellerine bıraktım ve dikkatli olacağını zaten bilmeme rağmen yine de istemsiz bir biçimde endişelenerek "Dikkatli ol lütfen, içinde kırılacak eşyalar var." diye belirttim.

"Evet, anladım. Biraz gevşemeye ne dersin?"

"Sadece söyledim." Cılız ama içten bir gülümsemeyle Abraham'a baktım. Eşyaları taşımama yardım etmek için şehre gelmesi hoş bir jestti aslında.

"İşine bu kadar takıntılı olmayı bırakmalısın."

"Ben işime takıntılı değilim." Yani birazcık, azıcık o kadar...

Kimi kandırıyorum ben? Normal bir insan benim kadar çalışmaz. Zaten Abraham'da bana inanmamıştı. Bana 'Öyle mi, küçük hanım?' diyen bir bakış atınca pes ettim ve çekingen bir tavırla ona gülümsedim. Belki de haklıydı. Belki de bir tatile ihtiyacım vardı. Tüm bunlardan uzaklaşmak bana iyi gelebilirdi ama kendimi çalışma odamdan uzakta hayal etmekte zorlanıyordum. Dünyada ait olduğum bir yer varsa, o da orasıydı. Başka hiçbir yer değil.

Abraham eşyalarımı arabaya yerleştirmeyi bitirdikten sonra  - Tam da istediğim gibi çok dikkat etti, - arabanın kapısını örttü ve yüzünde parlak bir gülümsemeyle bana geri döndü. Beyaz, zarif bir eldivenle kaplı parmaklarını birbirine çırptı. Bugün de çok şık bir takım giyiyordu. Dün olduğu gibi. Ondan önceki gün de olduğu gibi. Ve ondan önceki gün de olduğu gibi... Bence burada benden başka bir takıntılı daha vardı ama bunu asla kabul etmezdi.

Abraham, "Ee? Şimdi ne yapıyoruz? Malikaneye mi dönüyoruz?" diye sorduğunda aklımı kurcalayan şeyle birlikte düşünceli bir tavırla kaşlarımı çattım.

"Hayır. Tam olarak değil."

"Neden?" diye sordu ve cevap vermeni beklemeden hazırladığım listeyi yoklamak için elini ceketinin yaka cebine attı. "Alman gereken her şeyi aldığını zannediyordum. Yoksa unuttuğumuz bir şey mi var? Geri dönelim istersen."

"Yok, hayır. Her şey tam. Teşekkürler."

"Öyleyse sorun ne?"

"Almam gereken birkaç şey daha var ama bunun işimle bir ilgisi yok."

Abraham daha da şüphelenerek çenesini ovuşturdu. Beni çalışmalarımın dışında bir şey için alışveriş yaparken görmemişti. Bu da merakını uyandırmış olmalıydı. "Sen bir işler çeviriyorsun." diyerek durum değerlendirmesi yaptı ama kızgın ya da alınmış görünmüyordu. Aksine heyecanlı görünüyordu. Yumuşak ve ikna edici bir ses tonuyla "Aklından neler geçiyor, Vanessa?" diye sordu.

"Eh. Bekleyip görmen gerekecek." derken zarif bir el hareketiyle peşimden gelmesini işaret ettim.

Abraham güldü ve meraklı bir kedi gibi beni cadde boyunca takip ederken bakışlarım aradığım şeyi bulma umuduyla dükkanların üzerinde gezindi. Sonunda da onu buldum. Biraz ileride, soldaydı. Daha önce hiç girmediğim dükkânın içine girmek için tepesinde ufak bir zil olan kapıyı ittirirken Abraham neler çevirdiğimi anlamış olmalı ki söylene söylene ardımdan içeri girdi.

Gladyatör: Tutsak Ruhlar (1) Where stories live. Discover now