🔸29.BÖLÜM: DOST YA DA DÜŞMAN

862 146 60
                                    

Peter? O, burada mı? Evimde? Kapımın hemen önünde? Rüya mı görüyorum acaba? Şu an dünyanın diğer ucunda, muhtemelen kimsenin yapmak istemeyeceği bir şeyi yapıyor olması gerekmez mi?

Peter kollarını indirirken yavaşça gülümsedi.

"Uzun zaman oldu, değil mi?"

Neredeyse birkaç yıl... Belki daha bile fazla... Ama hâlâ bir tepki veremiyor, aptal aptal ona bakıyordum. Peter, bir şey demediğim için gergin bir biçimde parmaklarını saçlarının arasından kaydırıp ensesini kaşıdı. Kahverengi, kıvırcık bukleleri onun sert yüz hatlarını yumuşatan tek şey olabilirdi. Bronz bir teni ve yaşıtlarına göre olgun, erkeksi bir siması vardı ama uzun süredir görmediğim için bunu unutmuştum. Ne kadar uzun olduğunu da. Tanrım. Neredeyse Damien kadar uzundu.

"Şey... Sanırım beni görmeyi beklemiyordun."

"Peter! İnanamıyorum! Sensin! Buradasın!"

Onu görmek, hele ki hiç beklemediğim bir anda görmek beni çok mutlu ettiği için yüzüm sevinçle aydınlandı. Kendime geldim ve nihayet düzgün bir tepki verdim; Kaçmasına izin vermeden adeta üzerine atladım! Kollarımı boynuna dolayıp ona öyle sıkı bir şekilde sarıldım ki, nefesi kesildi ve ağırlığım altında bir adım sendeledi. Ardından dengesini bularak kollarını sırtıma doladı. "Evet. Seni de görmek güzel." derken parmaklarını saçlarımın arkasında gezdirdiğini hissedebiliyordum. Beni hissettiği özlemle daha da sıkı kucakladı. "Senden ayrı kalmanın beni ne kadar üzdüğünü tahmin bile edemezsin, benim küçük zeki mucidim."

"Lost River'da olduğunu, piranalarla dalış falan yaptığını sanıyordum." Geri çekilirken ondan tamamen kopamayarak ellerini, kaçmasından korkar gibi, sıkı sıkı tuttum. Yine de sitem etmeden edemedim. "Oof! Çok kötüsün! Neden geleceğini haber vermedin?" Kızmaya çalışsam da sırıtıp duruyordum.

"Sürpriz kelimesinin sözlük anlamına bakmalısın. Hem bu ifadeyi hayatta kaçıramazdım. Şaşırınca çok komik tepkiler veriyorsun."

"Oh, yani Lost River'dan buraya benimle dalga geçmek için geldin?"

Gözlerini devirerek karşılık verdi. "Bir de benim gibi mükemmel bir adamı özlediğini falan düşündüm, o yüzden."

Her zamanki gibi biraz kibirli... Ama Peter işte. Tanıdık, sıcak ve güvenli. Aynı zamanda gezgin, maceracı ve meraklı. Dünyayı görmek için giderken yanında hayatımın bir parçasını da götürmüştü ve şimdi döndüğüne göre her şey tamamlanmıştı. Onu görmek, koşullar ne olursa olsun, her zaman bir keyifti. Benim de onun için öyle olduğumu biliyordum.

Peter, kamp çantalarını andıran yeşil sırt çantasının kulpunu sıktı ve kaşlarını kaldırarak omzumun üzerinden boş koridora baktı. "Ee? Burada mı duracağız? Beni içeri davet etmeyecek misin?" dediğinde gerçekten de onu orada beklettiğimi fark ettim. Ne kabalık ama! Pişmiş kelle gibi gülümseyerek hızlıca önünden çekildim.

"Elbette! Geç içeri. Biliyorsun, burası senin evin sayılır."

Sonrasında hatırladığım şey oturma odasındaki üç kişilik koltukta yan yana oturuyor olduğumuzdu. Tıpkı eski günlerdeki gibi, diye geçirdim içimden. Sanki hiç zaman geçmemiş gibiydi.

Peter, elini tembel bir biçimde koltuğun sırtına atarak oturma odasındaki eşyaları inceledi. Sırt çantası ve bir sürü cebi olan toprak rengi ceketi koltuğun diğer kenarında duruyordu. O odayı incelerken ben de ayaklarımı bacaklarımın altına toplamış bir hâlde merakla Peter'a bakıyordum. Duvardaki saat gecenin üçüne geliyordu ama o kadar uzun süredir ayrıydık ki, ikimiz de bunu umursamıyorduk. Onu yanımda otururken görmek bana eski güzel günlerimizi anımsatıyor, bana kendimi nostaljik hissettiriyordu; Koridorda koşturmamız, gece yemek yemek için gizlice mutfağa inmemiz, babamın çalışma odasına girip aletlerini kurcalamamız... Bu adam çocukluğumun en güzel anılarına sahipti. Peter, ne düşündüğümden habersiz bir biçimde "Hiçbir şey değişmemiş. Şu dandik piyanoyu bile değiştirmemişsin. Onu neden bir yere bağışlamıyorsun? Bu evde kimse doğru düzgün piyano çalmıyor ki?" derken başını eğip gözlerimin içine baktı. Yüzünü inceledim. Damien'ın soğuk, lacivert gözlerinin aksine Peter'ın gözleri ışıl ışıl bir maviydi; Hayat doluydular, ölü değillerdi... 

Gladyatör: Tutsak Ruhlar (1) Where stories live. Discover now