🔸9.BÖLÜM: AKŞAM YEMEĞİ

937 166 66
                                    

"Daha ne kadar bana öyle bakacaksın?"

Günler, günler, günler sonra görüşüyorduk ve 'Evet, Usta?' dışında bana söylediği ilk şeyin bu olduğuna inanamıyordum. Biraz kaba saba bulduğum tepkisi yüzümün düşmesine neden olmuştu. Ona nasıl bakıyordum ki? Meraklı? Endişeli? Ürkek? Ah, hayır. Doğru soru bu değildi. Ona neden bakıyordum? Bu durum benim için de en az onun için olduğu kadar rahatsız ediciydi ama içimde ufacık bir umut kıvılcımı yeşermişti. En azından benimle konuşuyordu, değil mi? Acaba şirince gülümsesem karşılık verir miydi? Ya da tokalaşmak için elimi uzatsam? Neyse, şansımı zorlamayayım şimdi.

"Özür dilerim. Ben... Hâlâ bu duruma alışamadım." Her şey o kadar garip ki. "Bu arada, ismim Vanessa. Vanessa Born. Ve sen de şey olmalısın..." Sesim bir fısıltı gibiydi. Devam etmeyip cevap vermesini bekledim ama vermedi. Bir cevap beklediğimi göstermek için umut dolu bir yüzle ona uzun uzun baktığımda Damien başını çok hafifçe yana eğdi, biraz kafası karışmış görünüyordu. "Bana adını söylemeyecek misin?" diye sordum sabırsızca.

Damien "Neyin peşindesin?" diye sorduğunda sesindeki soğukluk ve güvensizlik karşısında dehşete düşmemiş gibi görünmeye çalıştım.

Anlamayarak "Ne?" dedim.

"İsmimi zaten biliyorsun, değil mi? Bana az önce ismimle seslendin. Seslenmeseydin bile eminim ki sana adımın ne olduğunu söylemişlerdir."

"Ben... Yani, evet, söylediler ama tanışmak için öyle dedim."

Bakışlarından benimle tanışmak, sohbet etmek istemediği anlaşılıyordu. Derin bir nefes aldığında kaslı göğsü gömleğinin altında şişti ve bir an aklından ne geçiyorsa -Muhtemelen asla duymak istemeyeceğim bir şeydi- bunu bana söylemeye cüret edeceğini sandım ama yapmadı. Onun yerine kendini bana karşı itaatkâr olmaya zorlayarak "Pekâlâ." dedi. "Sen nasıl istersen. İsmim Damien." İrkildim. Ben nasıl istersem mi? Oof ya. Bu tanışma daha berbat olabilir miydi? Kendimi korkunç ötesi hissediyordum. Damien'a ulaşmak çok zordu ve ben de belki de takılmam gereken en son noktaya takıldım...

"Soyadın yok mu?" diye sordum.

"Hayır. Sadece Damien."

"Neden? Yani, herkesin bir soyadı yok mudur?" 

Sürekli soru sormamdan sıkılmış gibi bir hâli vardı ama Arthur ona her ne yaptıysa artık, kendini bana karşı saygılı olmak için zorluyordu. "Neden bana bunu soruyorsun? Bu işlerin nasıl yürüdüğünü biliyor olmalısın."

"Şey... Ben... Bilmiyorum. Benim... Benim senden başka kölem olmadı. Sen ilksin."

Kızardığımı hissedebiliyordum. Bu çok saçmaydı. Neden bu durumdan utanıyordum? Onu ben satın almamıştım ki! Hediye olarak kabul etmemin tek nedeni de onu o pis, rutubet kokan ceza odasından çıkarmak istememdi. Damien'ın yüzünden ilk kez öfke ya da nefretten çok uzak bir duygu vardı. Şüpheyle bana baktı. Anlamıyordum. Hiç kölem olmaması o kadar şaşırtıcı bir şey miydi? Sertçe "Sen," dedi ve her ne söyleyecekse, söylemekten vazgeçti. Muhtemelen bana inanmıyordu. "Birçoğu gayrimeşru dünyaya geldiği için yasalara göre kölelere soyad verilmiyor. Zaten bir anlamı olmazdı." diye açıkladı isteksizce.

"Bunu bilmiyordum." diye mırıldandım. Ama haklıydı, bireysel haklardan yararlanamayınca soyadının ne anlamı vardı? Anne babasını tanıyor muydu acaba? Açıkçası bir ailesi olduğunu sanmıyordum. Bunu düşünmeyi bıraktım ve Damien'ı ilk gördüğüm an gözlerimin önüne gelirken yavaşça yutkundum. O zaman Arthur ve adamları onu çok kötü hırpalamışlardı. Yaraları nasıldı acaba? Sorsa mıydım ki? Onun için gerçekten endişeleniyordum. "Damien?" dedim izin istercesine.

Gladyatör: Tutsak Ruhlar (1) Where stories live. Discover now