🔸23.BÖLÜM: AÇIK KARTLAR

881 155 115
                                    

Yeraltı Şehri'ne daha da yaklaştığım her saniye huzursuzluk ruhuma daha da hâkim oluyordu. Açık olmak gerekirse tüm benliğimle evime dönmek istediğimi hissedebiliyordum. Zihnim orayı 'Güvenli Bölge' diye kodlamıştı ve Yeraltı Şehri'nin üzerinde de kocaman, kırmızı bir çarpı işareti vardı. Biraz olsun sakinleşmek için gözlerimi kapatıp derin bir nefes aldım. Cesur değilsen rol yap, dedim kendime. Nihayet Yeraltı Şehri'nin girişinde durduğumuzda bunu daha fazla geciktiremeyeceğimi anladım. Ya şimdi ya da asla. Arabanın şoför koltuğunda oturan Bill'e "Sen dönebilirsin." dediğimde bahçıvanım Bill'in bana garip bir bakış fırlattığı o anı yakaladım.

"Ya siz nasıl döneceksiniz, hanımefendi? Ayrıca burası şey değil mi-"

Hafif bir endişeyle sözünü keserek "Buraya geldiğim aramızda kalacak, değil mi Bill?" diye sordum ama sormaktan daha ziyade söylüyordum. Bir baba figürü olarak hayatımda yer alan Abraham'ın Damien'ın peşinden buraya geldiğimi öğrenmesi hiç iyi olmazdı. Bazen lüzumundan fazla korumacı olabiliyordu.

"Evet," diyen Bill bir an susup tereddüt etse de devam etti. "Evet, elbette. Merak etmeyin."

Arabadan ayrılıp toprağın altına inen o asansöre ilerlerken sabırsızlıktan öyle hızlı bir biçimde yürüyordum ki, neredeyse koşuyor gibiydim. Şans benden yanaydı çünkü daha önce buraya Başkan Eugine ile geldiğimde o pala bıyıklı, yaşlı adam da o sırada asansöre biniyordu. Beni hemen tanıdı ve ona arenaya gitmek istediğimi söylediğimde normalde yasak olmasına rağmen onunla birlikte asansöre binmeme izin verdi. Kapılar kapanırken Başkan Eugine'nin unvanına ve otoritesine içimden teşekkür ettim. Yaşlı adamın beni onunla gördüğü için kuralları esnettiğinin farkındaydım. Asansör gıcırdayarak durduğunda ve kapıya vurulan sert bir yumrukla açıldığında, Yeraltı Şehri'nin ihtişamı onu daha önce görmüş olmama rağmen beni yine hayretler içinde bıraktı. Manzara insanı hem dehşete dürüşüyor hem de garip bir hayranlığa sürüklüyordu. Burası ucunu bucağını göremediğim kocaman, yaşam dolu bir şehirdi adeta!

"Arenaya gitmek istiyordun, değil mi? Doğu yolunu takip edersen," Yaşlı adam, üzerinden bir sürü taşıma kamyonları geçen genişçe bir yolu işaret etti. "Arenayı bulursun. Gördüğünde o olduğunu anlarsın zaten. Oldukça büyük."

Gerçi balkondan bile arenayı görebiliyordum ama yollar o kadar karışık görünüyordu ki, iç kısma girdiğimde kaybolacağımdan korkuyordum. O yüzden yol tarifi aldığım için şanslıydım. "Ah, teşekkürler." diyerek ne kadar minnettar olduğumu belli ettim.

Ne kadar sıradan giyinirsem giyineyim Yeraltı Şehri'nin hüzünlü, karanlık halkının içinde güneş gibi dikkat çekiyordum. Belki daha temiz, daha düzgün giyimli olduğum içindir ama insanların bakışlarından tavrımın da dikkatlerini çektiğini anlayabiliyordum. Yürürken gergin gergin şampuan kokan saçlarımın ucuna dokundum. Westland'dan geldiğimi biliyor olabilirler miydi? Özellikle dikkat çekmek istemezken bu hiç de hoş olmazdı şimdi. Adımlarımı aceleyle hızlandırarak kalabalıktan uzaklaşmak istedim ama arenaya yaklaştıkça kalabalık daha da artıyordu. Sonunda blok taşlarla örülü dev bir girişe ulaştığımda kapının insanlarla dolu olduğunu ve herkesin içeri girmek için para ödediğini gördüm ama birkaç çam yarmasından hallice görevli insanları kaba kuvvetle kapıdan uzak tutuyordu. Yüzümü buruşturdum ve başka çarem olmadığı ezilme tehlikesini göze aldım. İnsanların arasından zor bela geçerek "Özür dilerim? Pardon? İzin verin, lütfen?" diye diye en ön safa ulaştım. Görevlilerden biri "Ne laftan anlamaz herifsin! Yasak dedim sana! Bas git!" diyerek zayıfça bir adamı ittirdi ve bunu öyle sertçe yaptı ki, adam sırtını taş duvara çarpıp yere düştü. Uğultular ve itirazlar giderek artarken çam yarması bekçiye baştan aşağı bakarak endişeyle yutkundum. Hayır, o izin vermeden onu geçmeme imkân yoktu. Tek eliyle bile beni kolayca zapt edebilirdi. O sırada biri omzuma çarpıp sendelememe neden oldu ve özür bile dilemedi. Yine de umursamadan adama biraz daha yaklaşarak cılız bir sesle "İçeri girmek istiyorum." dedim. Adam yüzüme bakmak için başını eğerken alaycı bir tavırla güldü bana. Sonra da meydan okurcasına iri kollarını göğsünde kavuşturdu.

Gladyatör: Tutsak Ruhlar (1) Where stories live. Discover now