🔸8.BÖLÜM: UMUT VE UMUTSUZLUK

921 176 66
                                    

Bronz aynadan bana bakan gözler canlı ve parlaktı. Gece kadar siyah ve okyanus kadar dalgalı saçlarımın çevrelediği genç yüz ise heyecanla doluydu. Öyle heyecanlıydım ki, şafak sökerken uyanmıştım. Dünkü umutsuzluğumun aksine bugün umut doluydum. Ah, belki de bugün düşündüğüm kadar kötü olmazdı? Yatak odamdan çıkıp merdivenlerin ve koridorun olduğu kısma koşarken neredeyse neşelenmiştim bile. Etraf sessizdi, o yüzden henüz kimsenin güne başlamadığını düşünmüştüm ama Abraham her zamanki gibi erkenciydi. Oturma odasında oturmuş, herkes işe başlamadan önce malikanenin sessizliğinin tadını çıkararak kitabını okuyordu. "Günaydın, Abraham." dedim. Beni fark edince gülümseyerek oturmam için yan taraftaki ikili koltuğu işaret etti. Aslında çalışma odama geçecektim ama çalışmak için bile çok erkendi. O yüzden dediğini yaptım. İkili koltuğa geçip otururken Abraham'ın fincanının çok koyu, şekersiz bir kahveyle dolu olduğunu fark ettim; Her zamanki gibi. Hiç şaşmaz. Abraham o zehir gibi kahveye bayılır. Galiba daha zinde olmasını sağlıyor. Ardından bakışlarım yüzüne kaydı, daha doğrusu, gözünün etrafını çevreleyen o morluğa...

Bana mı öyle geliyordu yoksa görmeyeli o morluk daha da mı kötüleşmişti?

Onun için doktor getirmediğim için hissettiğim pişmanlık daha da artarken "Gerçekten inatçısın." diye homurdanmadan edemedim. "O iğrenç morluk için doktor getirmeme izin vermeliydin."

Abraham parmak uçlarıyla morluğu yokladı ve gülerek gözlerinin kenarının kırışmasına neden oldu. "Merak etme. Göründüğü kadar acıtmıyor. Hatta sen söyleyene dek orada bir morluk olduğunu bile unutmuştum." derken onu şüpheyle süzmeden edemedim, doğruyu mu söylediğini yoksa sadece beni rahatlatmak için mi öyle dediğini anlayamamıştım.

İç çektim. "Hâlâ doktor istemediğine emin misin?"

"Ben iyiyim, Vanessa."

"Ama kendimi bu konuda suçlu hissediyorum."

"Neden?" Gerçekten şaşırmış görünüyordu. Ardından ifadesi yumuşadı. "Benim hatamdı, saçmalama."

Bu konuda tartışmak istemediğim için susup parmaklarımı kucağımda birleştirirken Abraham okuduğu kitabı kapattı ve koltuğun yanındaki sehpanın üzerine bıraktı. "İşler nasıl gidiyor?" diye sordu sohbet etmek için.

"Bahsetmeye değmez." dedim, hep aynıydı nasıl olsa ve açıkçası şu an işimi düşünmüyordum. Vay. Bu bir ilkti.

Abraham, "Heyecanlı mısın?" diye sordu.

"Ne konuda?"

"Ne konuda olduğunu biliyorsun."

Damien.

İtiraz etmek çok saçma olurdu çünkü gerçekten de heyecanlıydım. Onu günler sonra ilk defa görecektim. Bu heyecanın ana sebebi Damien'ın nasıl olduğunu bilmek istememdi. Onu son gördüğümde yaralıydı. Utanarak "Biraz," diye kabul ettim. "Bu rahatsız edici mi?"

"Hayır, değil. Seni işin dışında bir şey hakkında bu kadar heyecanlı görmek beni mutlu ediyor. Nedeni Damien, değil mi? Hâlâ senden nefret edeceğini mi düşünüyorsun? Merak etme, her şey iyi olacak."

Öyle mi? Çünkü onu kabul etmek şimdiye kadar verdiğim en kötü karar olabilirdi ama sanırım çalışıp çalışmayacağını birlikte görmemiz gerekecekti. Şu adamı düşünmeyi bırak, diye kendime kızarken Abraham'ın bana baktığını fark ettim. Konuşmaya başlamadan önce düşüncelerimi toparlamak için kendime bir dakika verdim. "Dürüst olmak gerekirse, heyecanlı olmaktan çok gerginim. Bu sana saçma gelebilir ama başkan öyle olduğunu söylese de Damien'ı bir hediye olarak görmüyorum. Aslında ben... Onunla gerçekten iyi anlaşmak istiyorum." derken Başkan Eugine'nin bundan ne kadar hoşlanmayacağını düşündüm ama zaten onun ne hissettiği o kadar da umurumda değildi. İyi bir başkan olabilirdi ama insanları küçük gören, kasıntı herifin tekiydi o.

Gladyatör: Tutsak Ruhlar (1) Unde poveștirile trăiesc. Descoperă acum