İŞKENCE - Bölüm 18

159 11 9
                                    

Güvenli bir uzaklıkta iken cesur olmak kolaydır. 

                                                                  Aesop


Çınar'a refakat etmek işkenceden farksızdı. İki saat refakat edeyim dedim diye beni pişman etmişti. Elya su ver, Elya kumanda, yok sıkıldım televizyonu kapat. Elya bacağım kaşındı, telefonumu getir derken bir o tarafa bir bu tarafa dönmekten başım dönmüştü. Kendimi tutmuştum ama daha yarım saat olmuştu ve ben canımdan bezmiştim. En sonunda dayanamadım ve ona yalvardım. 

"Çınar ne olur karar ver artık başım döndü. Neyse en sonunda insafa gelmiş bana kitap oku demişti. Neyse ki oturarak yapılan bir aktivite bulmuştu ve bu isteği benim için kötünün iyisiydi. Sabahın köründe koştuktan sonra abimle fabrikaya gitmiş sonra da buraya gelmiştim haliyle çok yorulmuştum.

"Karnından bıçaklandın ama gözlerin de görmüyor her halde. Tamam okuyacağım." diyerek kaderime razı oldum.

 Elime tutuşturduğu kitabın adına bile bakmadan kaldığı yerden okumaya başladım. Kitap okumak uykumu getirmişti. Neredeyse yirmi dakikadır ona kitap okumak için kendimi zorluyordum. Daha önce hiç kimseye sesli bir şekilde kitap okumadığım için bana tuhaf gelmişti. Artık göz kapaklarıma mani olamıyordum ve arada bir gözlerim kapanıyor ondan sonra kaldığım yeri bulmak için şaşkın şakın kitabın sayfalarında göz gezdiriyor ve birkaç cümle okuduktan sonra yine göz kapaklarıma mani olamıyordum. En sonunda uyuyakaldığımı babamın sesini duyduğumda anladım. Aslında çok derin bir uyku da uyumamıştım. Rüyamda sürekli gizli bir el saçlarımı okşuyordu ama ben çok uykum olduğu için saçlarımı okşayan şahsı bir türlü göremiyordum. Gerçekten Çınar saçlarımı okşamış olabilir miydi? Babam Çınar'ın yatağına dayanmış uyumamdan rahatsız olmuş gibiydi. Leyliş ise "Ah canım sen çok yoruldun değil mi?" diyerek Çınar'ın temiz giysilerini dolaba yerleştiriyordu. Ben ise uyku sersemiydim  ayılmak için yüzümü yıkamaya gittim. Döndüğümde Salih abi odaya girdi ve babamın kulağına bir şeyler fısıldadı. Babam televizyonun kumandasını aldı ve bir kanal arayışına girdikten sonra en sonunda bir haber kanalında durdu. Kanalda yine İtalyanca konuşan bir spiker vardı. Arkasında bir deniz manzarası vardı ve görüntü değiştiğinde Halim'in resmi ile Aslan dayımın resmi ekranda belirdi. Daha sonra denizden çıkartılan bir aracı gösterdiklerinde durumun vehametini anlamıştım. Dayıma bir şey olmuştu. Dayım da denizden çıkartılan araçta olabilir miydi? Kendime hakim olamadım. Babama yalvarırken gözyaşlarımı tutamıyordum. "Baba dayım öldü mü?" 

Babam  kızgınlığını bir kenara bırakıp bana sımsıkı sarıldı. "Henüz hiçbir şey bilinmiyor Elya, ikisi de kayıp. Ben ilgileneceğim merak etme. " 

Yine kaybetmiştim.  Bir kısır döngü, beni çevreleyen bir girdaba kapılmış gibiydim. Yine olan olmuştu işte bu kötü insanlar yüzünden sevdiklerime ya kavuşmadan ya da kavuşur kavuşmaz ayrılmak zorunda kalıyordum. Bu hiç adil değildi. Kısacık bir zaman diliminde dayıma bağlanmıştım. Onun yeğeni olmak kendimi iyi hissettirmişti. O benim annemden kalan tek kan bağımdı, annemin yarısıydı. Onu kaybetmek istemiyordum. Bir daha dönmeyecek olduğunu düşündüğümde gözyaşlarıma mani olamadım. Leyliş gelip koluma girdi ve babama baktı. " Ben onu kafeteryaya götürüp bir şeyler içireyim kendine gelsin." dedi. Kafeteryaya giderken arkamızdan gelen korumaya yalvardım. " Ne olur haberi kimin verdiğini söyle, belki o kişi dayımın yaşayıp yaşamadığını da biliyordur. " Adam bana ingilizce hiçbir şey bilmediğini söyledi. Tam her şey normale dönecek sanırken yine bir şeylerin ters gidişi ile sarsılmaktan yorulmuştum. Onunla daha yeni tanışmıştım. Onu tanımak onunla gerçekten bağ kurmak istiyordum. Her şeyden önemlisi ise bir yerlerde nefes aldığını, yaşadığını bilmek istiyordum. Bir umut istiyordum, yaşadığına dair ufacık bir iz yeterdi. 

İLLÜZYON- Yeni HayatımWhere stories live. Discover now