Bölüm On Dokuz | Ilık Bir Yaz Günü

474 60 117
                                    

İyi okumalar!

Ertesi gün, oldukça tuhaf bir neşe ile başlamış aynı tuhaflıkla devam etmişti.

Annemin bir çalgı çengiyle hazırlık yapmadığı kalmış, sorduğum her stres dolu soruya ''ben hallediyorum'' şeklinde bir cevapla geçiştirmişti. Araba yolculuğunun da stresimi pek azalttığı söylenemezdi. Babamın hep birlikte, rahatça gidebilmek için tuttuğu siyah, lüks minibüs benim için her saniye biraz daha daralıyordu. Annem elbette ki yanıma oturarak Sarp'ı benden en uzak köşeye yerleştirmiş, İrem ve Emre'yi ise tam karşımıza almıştı. Babamla arkaya itilen Sarp'ın kafasında dönüp duran soruları duyar gibiydim.

''İnanmıyorum ya ben ilk defa böyle bir yere gideceğim. Balo gibi bir şey mi?''

İrem'in tüm o kâbus geceyi birkaç saatte unutmuş olmasına inanamayarak suratına baktım. Onu suçlama, dedi iç sesim. Belki de normal davranmaya ihtiyacı vardır.

Annem kıkır kıkır gülerken, ''Evet, şekerim.'' dedi. ''Oldukça elit bir davet olacak. Oradaki herkes bizim çok yakın ahbaplarımız, hatta bazıları akrabamız.''

İrem, camdan dışarı bakıp geçtiğimiz orman yollarını izlerken, ''Vay be.'' dedi. ''Aristokrat derken şaka yapıyordum ama siz ciddiymişsiniz.''

Babamın gülüşü tam arkamızdaki ikili koltuktan geldi. Önündeki dizüstü bilgisayardan kafasını nihayet kaldırabilmişti. ''Umarım sıkılmazsınız.''

''Ben hiç sıkılacağımı sanmıyorum.'' dedi İrem. ''Bence o geceden sonra evden uzaklaşmak bize iyi gelecek.''

Sesi git gide kısılmıştı ama onu hepimiz duyabiliyorduk. Annem ödül alabileceği performansını sürdürerek hayıflanan yüz ifadesini takındı. ''Ah kuzucuğum, çok haklısınız. Bu eve gerçekten kurşun döktüreceğim, var mı öyle biri Ferit?''

Kafasını eğip babamla göz teması kurmaya çalışmasına alaycı bir tavırla güldüm. ''Sen varsın ya işte.'' diye mırıldandım.

Sesim o kadar kısıktı ki beni kimse duymamış veya ne dediğimi anlayamamıştı. Gözlerim tam karşımdaki koltukta oturan, sabah çiftliğe gideceğimiz duyurulduğundan beri tek kelime etmeyen Emre'ye takıldı. Kafamı eğip ona baktım.

''Şhh, iyi misin?''

Dalıp gittiği pencereden kafasını bana çevirdi. Günlerdir hiçbir şeye sıfır tepki ile yaklaşıp, gamsız tavrını sürdürürken şu an neyi bu kadar dert ettiğini sorguladım.

''Evet evet, iyiyim.'' dedi. ''Dalmışım.''

''Öyle diyorsan.''

#

Bu mideme kramplar girmesine sebep olan araba yolculuğu, iki saate yakın sürmüştü. İki saatin sonunda, siyah minibüs bizim evin girişini bile gölgede bırakacak, altın renkli demir kapıları iki yana açılarak bizi ağırlayan çiftlik evine girdiğinde hepimizin ağzı açık kaldı. Annemin bahsettiği gibi burası bir çiftlik evinden çok uzaktı. Geniş ve ferah bir arazinin ortasında beyaz taş kaplama dış cephesi, asil mavi renkli kubbeleriyle masallardan fırlamış bir şatodan farksızdı.

Minibüsten her birimiz teker teker inerken benim gözümde devasa olan bu şatonun girişine uzanan taş yola baktım.

''Bu-Bu ne böyle be?''

İrem'in gözleri yerinden çıkacak gibiydi ki haksız sayılmazdı. Ben dahi neye uğradığımı şaşırmış bakakalırken koluma vurmasıyla sarsıldım.

''Bu hangi akrabanız kızım? Böyle bir evin var olduğuna inanamıyorum. Dur fotoğrafını çekeceğim.''

İrem'in sorduğu hiçbir soruya cevap vermeden bakmayı sürdürdüm. Arkamdan usulca gelip kulağıma eğilen Sarp'a kadar olduğum yerde kalakalmıştım.

Fırtınalı Gecede (Tamamlandı) Where stories live. Discover now