5. Bölüm

62.7K 2.1K 59
                                    

***

Merhaba sevgili okurlarım,

İki bölüm ile geldim. Yorumlarınızı ve oylarınızı bekliyorum.

Her Cumartesi saat 20.00 de yeni bir bölüm burada sizinle buluşacak.

Sevgilerimle.

***

Saatime bakarken sıkıntıyla bir nefes daha çektim yanan ciğerlerime. Tam şu anda aylar önce halamın zoruyla bıraktığım sigaraya o kadar ihtiyaç duyuyordum ki... Bir tane olsaydı, zihnimdeki karmaşadan beni kurtarabilir, yüreğimdeki kara bulutları bir nebze söndürebilirdi. Ellerimi saçlarımdan geçirirken başımı cama çevirdim. Geçtiğimiz yollar daha da ıssızlaşmıştı. İçinden geçtiğimiz küçük köyü ardımızda bırakalı bir saate yakın oluyordu. O vakitten beri tek bir ev dahi görmemiştim. Adının Ayaz olduğunu öğrendiğim yanımdaki iri yapılı adam, bakışlarını önünden ayırmadan sakin bir ifadeyle arabayı kullanmaya devam ediyordu. Yüzünü dikkatle inceledim. Onu daha önce hiç görmemiştim.

"Yirmi beş yıl önce gördüğün kaç yüzü hatırlıyorsun, Savaş?"

O hariç... Annemi benden, hayattan çalan o şerefsizin yüzünü sanki daha dün görmüşüm gibi tüm detaylarıyla anımsıyordum. Koyu kahveye çalan kaşlarını, gözlerinin karasına gölge düşüren uzun kirpiklerini, iri burnunu, alnına düşen perçemlerini, her daim boynunda taşıdığı üzerinde işlemesi olan deri muskasını... Ona dair hatırladığım her bir detay gözlerimin önünde can bulurken yumruklarımı sıktım tüm gücümle. Emin! Soyadını bile bilmediğim pislik herif! Aklıma gelen düşünceyle çattım kaşlarımı. Neredeydi şimdi? Sancar Ağa'nın kendisine ihanet eden o adamı öldürmüş olacağını biliyordum. Fakat pis bedeni neredeydi? Yoksa onun yanında mı yatıyordu soysuz? Aynı toprağı mı paylaşıyorlardı? Bu düşüncelerle o denli karmaşıktı ki zihnim, bedenim ise heyecan ve endişeyle kavruluyordu. Ne duran arabayı fark etmiştim ne de beni izleyen adamın bakışlarını. Ta ki sesini duyana kadar.

"Ağam, iyi misin?"

İyi değildim. Nefes alamıyordum. Ama bunu bir yabancıya dillendirmeye niyetim yoktu. Ben bu hayatta kimseye güvenmemem gerektiğini ondan, benim bu dünyaya gelmeme vesile olan Sancar Kahraman'dan en acı şekilde öğrenmiştim. "Baba" bile diyemediğim o adam, bana hayatta yapayalnız olduğumu beş yaşımda hissettirmişti. O zamandan beri içimi kaplayan o lanet hisse engel olamamıştım. Kabullenmiştim. İnsanlara duyduğum güvensizlik bir zırh gibi bedenimi sararken yalnız ve güçlü bir adam olmayı başarmıştım. Titreyen ellerimi birbirine kenetleyip başımı tekrar cama çevirdim. Fakat gözlerim kör olmuştu sanki. Puslu bir camın ardından bakıyormuş gibiydim. Görüşüm net değildi ve bu çırpınan kalbimle beni ürkütüyordu. Önünde durduğumuz küçük tepeyi fark ettiğimde hızlıca etrafta gezindi bakışlarım. Küçük çalılarla kaplı dik yamacın dışında hiçbir şey yoktu.

Etrafta gezinen bakışlarımı ayırmadan dişlerimi sıktım. "Bu lanet yer de neresi böyle?" Yanımdaki adamın sessizliği ise gerçekleri kavramamı sağladı. Beni tuzağa düşürmüştü. Nasıl bu kadar saf olabilmiş, bana sunduğu küçük bir yalanın ardına bu denli pervane olabilmiştim? Beni buraya ölmem için göndermişti. Celladım bu adam mı olacaktı? Gümüş kurşunla canımı alması için onu seçmişti. Kendi oğlunu öldürmek için...

İstanbul'dan çıkmadan, son anda almaya karar verdiğim belimin ardındaki silahı anımsadığımda yavaşça elimi ardıma uzattım. Silahı kavrarken yanımdaki adama bakmadan fısıldadım. "Ne kadar verdi sana?"

"Ağam..." diyen şaşkın sesini duyduğumda öfkem katlandı. Silahımı belimden hızlıca çekip döndüm. Sol elimi adamın boğazına dayayıp oturduğu koltuğa bedenini bastırdım. Namluyu alnına yaslayıp, gözlerine bakarak bağırdım.

GÜNAHKAR (Yedi Aşiret Serisi - I)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin