24. Bölüm

40.6K 1.9K 132
                                    

Urfa'nın neredeyse dışında, bir dağın eteğine vardığımızda saatlerdir yolda olduğumuzun yeni farkına varıyordum. Güneş, karşımdaki tepenin ardından doğmak üzereydi. Bir günden fazladır uyumamış olmama rağmen yorgun değildim. Sanki bedenim hissizleşmişti. Ellerim gibi...

"Bu tepede yaşıyor, Ağam."

Birkaç metre ötede, ahşap eski bir ev vardı. Onun kanını taşıyan ve yaşayan tek insan orada mıydı? Diğerlerinin her biri babam tarafından sürgün edilmişti. Onun ise neden kaldığını, burada insanlardan uzak bir hapis hayatı yaşamayı nasıl kabul ettiğini anlayamıyordum. Neden gitmemişti? Neden? Hâlâ burada nefes alıyor olmasının nedeni intikam mıydı? Olamazdı. Eğer öyle olsaydı şimdiye dek çoktan harekete geçmiş olurdu. Ayaz'ın getirttiği arazi arabasıyla tepeye doğru yol almaya devam ederken camı araladım. Onunla karşılaşmadan, hayatımı mahveden adamın suretini görmeden önce güç toplamaya ihtiyacım vardı.

Fazlasıyla bakımlı bir bahçe, tahtaları solmuş eski evin etrafını sarmalıyordu. Tek katlı, kırmızı tuğlalarla çatısı örülü ev o kadar harabe hâldeydi ki... İçerisinin ne durumda olduğu az çok tahmin ediliyordu. Ama benim adım atmaya niyetim yoktu. Çok yaklaşmadan duran arabadan indim. Ayaz, yanıma geldiğinde işaret ettim.

"Onu getir!"

Az ilerideki büyük ve gösterişli ağacın altına adımlarken ellerimi ceplerime yerleştirdim. Sargılı hâllerini ona göstermek istemiyordum. Âciz görünmek, zayıf hâlimi göstermek istemiyordum. Ona dair biz iz görmek istemesem de mecburdum. Bevar için, bundan sonra onun güvenliği için atacağım adımlarda bu adamın vereceği cevaplara ihtiyacım vardı.

"Kimsiniz? Hanemde ne işiniz var?"

Sesini o kadar az hatırlıyordum ki o yüzden bu adamla karşılaştırmam oldukça güçtü. Derin bir soluk alıp, ardıma döndüğümde gördüğüm yüz irkilmeme neden oldu. Yer yer beyazlar olsa da ensesine gelen kumral saçlarıyla, etrafı kırışan kara gözleriyle, yüzünün her zerresiyle ona o kadar benziyordu ki... Emin denen soysuzun birebir kopyasıydı karşımdaki bu adam.

"Sen? Savaş? Sen misin?"

Beni tanıyordu. Daha önce hiç görmediği bir çocuğu nasıl tanıyabilirdi insan? "Beni nereden tanıyorsunuz?" dedim kaşlarımı çatarken.

"Emin senden çok bahsederdi. Lütfen içeri gelin."

Elimi kaldırıp susmasını sağladım. Bu hareketimle şaşırsa da duygularını gizlemekte fazlasıyla başarılıydı. "Buraya size misafir olmaya gelmedim, Çetin Bey," dedim suretinden bakışlarımı çekerken. "Lüzumsuz şefkat ve yersiz samimiyetinize bir son verin."

Sözlerimin ardından gerçek benliğine dönmüş gibi ansızın değişti. Kaşları çatılırken, kollarını göğsünde kenetleyip bir adım geriledi. "Nedir istediğiniz o hâlde?"

"Aramızdaki o lanet bağa, ikiz kardeşiniz Emin'e dair sormak istediklerim var!" dedim gözlerinin içine bakarken.

"Kardeşimin katilinin oğluna neden böyle bir iyilik yapayım?"

Kin ve öfke dolu bir kahkaha savruldu dudaklarımdan. Beni yaktığı kadar karşımdaki bu adamı da tüketmeye yetecek bir acı savruldu benliğimden. "Bu hikâyede, karısına dokunduğu için öldürülen bir soysuz mu yoksa evli bir kadına göz diken ruh hastası mı daha suçlu sizce Çetin Bey?"

"Ölmüş kardeşimi içeren sözlerinize dikkat edin!"

"Ona dair daha güzel sözlerim var, emin olun. Ama şu an dile dökmeye ne vaktim ne de sabrım var. Şimdi bana cevap verin. Kardeşiniz, Barzan Uluhan'ı tanıyor muydu?"

GÜNAHKAR (Yedi Aşiret Serisi - I)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin