8. Bölüm

43.6K 2.2K 92
                                    

***

Sevgili okurlarım,

Günahkar 2 yeni bölümüyle sizlerle.

Yorumlarınızı ve oylarınızı bekliyorum.

***

Turuncu saçları ve aynı renk kirli sakallarıyla içlerinde en farklı duran, isminin Toprak olduğunu bildiğim adam yeşil gözlerini kısıp baktı. "Sancar Ağa'nın vârisinin geleceğinden haberim yoktu."

Kenan Ağa ise omuzlarındaki ceketiyle hissiz olduğunu bildiğim sol kolunu gizlemiş bir hâlde beni süzdü. "Benim de. Üstelik aşiretten ve aileden reddedildiğini sanıyordum."

"Yanlış işitmişsiniz, ağalar!" dedim her birinin yüzüne, suretlerini aklıma kazımak istercesine tek tek bakarken.

"Babam..." Boğazımdaki yumru, sözlerime devam etmemi kısa bir an engellese de durmadım. "Beni reddetmedi! Daha dün onun isteğiyle buraya geldim. Barzan Ağa'nın sizlere haber verdiğini sanıyordum?"

Sözlerimi onun yüzüne bakıp sona erdirdiğimde şaşkın ve bocalamış bir hâldeydi. Karşısında canlı bir şekilde dikilmem ve ona her şeyi bildiğimi ima etmem planları arasında yoktu. Hangi katil maktulünün yaşama ihtimaline göre plan yapardı ki? Onun bu hâlini gördükçe içimde katlanan öfkeye, "Dur! Zamanı var, bekle!" diyordum.

"Bizim neden bu durumdan haberimiz yok?" Kumral saçlarından dövmeli elini geçiren Mert Ağa'ya aitti bu sözler. "Haberim olmayan şeylerin sinirimi bozduğunu söylemiştim, Barzan Ağa!" Daha sert biriydi. Sözlerinden ve ifadesinden anlayabiliyordum.

"Benim size haber vermemi istemişti, Barzan Ağa. Ben söylemeyi atlamışım, ağalar. Kusura bakmayın." Söze atılan oydu. Cihan Ağa... Onun neden Barzan Ağa'yı savunmaya çalıştığını anlamaya çalıştım. Bu adam, Yedi Aşiret birliğinde yardımcısı ve ortağı olmalıydı. Diğer ağalar benim sözlerim ve varlığım karşısında şaşırırken o farklıydı. Bu durumun başka bir açıklaması olamazdı.

"Bu durumu elbet konuşacağız. Ancak şu an ne yeri ne de zamanı..." İçlerinde yaşı bir nebze daha büyük duran uzun boylu ve esmer olan Yiğit Ağa bana yaklaştı. "Seninle tanıştığıma sevindim, Savaş Ağa. Hanene, aşiretine hoş geldin."

Sözleri samimiydi. Bunu anlamak güç değildi. Başımı sallayarak uzattığı eli kavradım. "Hoş bulduk."

"Yalnız gelmeni tercih ederdik, Savaş Ağa. Ardına geçmişin gölgelerini takıp gelmişsin."

Dedem... Onu kastediyordu. Soğuk ve güçlü sesi, anlamsız bir şekilde kelimelerle ağırlaşmıştı sanki.

Bir adım gerimde duran dedeme baktığımda yine kendinden emin duruşuyla onlara karşı durması hoşuma gitmişti. Ama yine de ona tam anlamıyla güvenemiyordum. Sorularım cevap bulmadan da bu durumun değişmeyeceğine emindim.

"Sizi tanıyamadım. Daha önce karşılaşmadık sanırım?" Yiğit Ağa'nın sözleriyle dedem gözlüğünü çıkarıp baktı yüzlerine.

"Siz tanımazsınız beni. Zira bu topraklara girişim yasaklandığı zaman hepiniz ya küçük bir çocuktunuz ya da kundakta bir bebe. Ama rahmetli babalarınız ve Barzan Ağa beni çok iyi tanır." Yanıma yaklaşıp elini omzuma yerleştirdi. "Ben Savaş'ın dedesi Ejder Atabeyoğlu'yum!"

Dedem, kimliğini açığa çıkaran sözleri sarf ettiği an, avluda çekilen silahlar ve namlulu sürülen kurşunların sesi yankılandı. Başımı çevirdiğimde, halamı ardına çekip karşımdaki altı adama silahını çeken Oflaz'ı gördüm. Dedeme silahlarını doğrultan adamların ardında gördüğüm yüzle irkildim. Karşımdaki adam oydu. Barzan Uluhan'ın sağkolu, onun için gözü kapalı ölüme yürüyecek adamdı. Bevar... Elindeki silahla Barzan Uluhan'ın önüne atılmış ve silahını bana doğrultmuştu.

GÜNAHKAR (Yedi Aşiret Serisi - I)Where stories live. Discover now