21. Bölüm

37K 2.1K 120
                                    

Merhaba sevgili okurlarım,

2 yeni bölüm sizlerle... Yorumlarınızı ve oylarınızı heyecanla bekliyorum.

*******

Tek bir iz bile yoktu. Ne bir suret barındıran renksiz bir fotoğraf ne de bir isim... Az önce yanımda olduğunu bilmesem sesini duymamış, yüzünü görmemiş olsam bir hayalet olduğuna bile inanabilirdim. Hayatta olduğuna, bir hayatın olduğuna inandıracak bir kanıt dahi yoktu önümdeki ahşap bavulda. Sadece birkaç kıyafet parçası ve parfüm dışında... Eskimeye yüz tutmuş, yer yer soyulmuş kutuyu kapatıp yere bıraktım bedenimi. Dizlerime kollarımı dayayıp yüzümde gezdirdim ellerimi.

"Hayır!" dedim gözlerimden süzülen yaşlara engel olamazken. Giderek sertleşen hareketlerim, sanki beynimdeki düşünceleri yok etmeye çalışıyor gibiydi. "Bu olamaz!" Az önce onun çıktığı kapıya bakarken başımı salladım. "Allah'ım, yardım et bana!" Dudaklarımı örterken avuçlarımla firar edecek sözcüklere engel olmaya çalıştım. "Ya gerçekse o iz? Ya o benim gerçekten kard..." Devamını getiremedim. Yerimden fırlarken odada telefonumu aradım telaşla. Yatağın üzerinde bulduğumda, parmaklarım birbirine dolanırken rakamları tuşladım. Rehberimde kayıt edemeyeceğim kadar önemli ve bir o kadar da tehlikeli o numara ekranda belirdiğinde, bir saniye bile düşünmeden arama tuşuna bastım. Yedi Aşiret'in duymaya dahi tahammül edemeyeceği ama benim şu an ihtiyacım olan o adamı... Tonunu unutmaya yüz tuttuğum uykulu sesi işittiğimde ise derin bir soluk aldım.

"Bana verdiğin sözü tutmanın zamanı geldi! Yardımına ihtiyacım var, Ferzan Ağa!"

"Sancar'ın oğlu Savaş..." dedi derin bir soluğun ardından. "Sesini duymak ne büyük şeref!"

Cama yaklaşıp perdeyi usulca araladım. Bevar'ı, dedemin olduğu masanın yanında ayakta gördüğümde fazla zamanımın olmadığını anladım. Birazdan buraya gelip beni kontrol etmek isteyecekti. Bavula yönelip, hızlıca çıkardığım kıyafetleri içine yerleştirirken Ferzan Ağa'ya yanıt verdim.

"İstediğini yapmaya hazırım! Ama önce bana verdiğin sözü tutmanı istiyorum!"

***

Kış bahçesine hazırlanan yemek masasında sessizlik hâkimdi. Başköşeye yerleşen Ejder Bey, sakince çorbasını yudumlarken Bevar çorba yerine kuru patlıcan dolmasını iştahla yiyordu. Ben ise boğazımdan geçmeyeceğini bildiğim çorbanın içindeki kaşıkla oyalanıyordum. Bakışlarımı sıklıkla yüzüne çevirdiğim adamı incelemekten kendimi alıkoyamıyordum. Güneş sarısı saçları kime benziyordu? Yüzünün sert hatları, kavisli çenesi, biçimli burnu... Benden, Sancar Ağa'dan ve Zelal Kahraman'dan ufacık bir iz bulmak için çabalıyordum içten içe. Ama bulamıyordum. O an düşüncelerimi hissetmiş gibi başını kaldırdığında gözleri gözlerime dokundu. O an zihnimde beliren gözlerle tepeden tırnağa sarsıldı bedenim. Zümrüt yeşili...

"Ben... Ben dolaşacağım biraz..." dedim telaşla yerimde doğrulurken. Kimsenin tek bir söz söylemesine izin vermeden bahçeye yönlendirdim adımlarımı.

İlk ipucu avuçlarımda duruyordu sanki. Ancak aklım kabul etmek istemiyordu bu ihtimali. Onun gözlerine ne kadar benzediğine inanmak istemiyordum. Bana can veren kadının gözlerine...

Gece boyu yatakta dönüp durmuş, zerre uyuyamamıştım. En sonunda pes edip yerimden kalktım. Odada dolanıp bulanıklaşan zihnimi toparlamaya çalışıyordum. Gözlerim birer cam parçası hapsediyormuş gibi acıyordu. Odadaki banyoya yönelip yüzümü yıkadığım sırada aynadaki aksimi gördüğümde irkildim. Gözlerim kan kırmızısına dönmüştü. Fazlasıyla ürkütücü görünse de umursamadım. Odadan dışarı çıktığımda güneş henüz doğmamıştı. Cırcır böceklerinin sesi bütün bahçeyi kaplamıştı. Etraftaki güvenliği selamlayıp bahçede gezindim. Birkaç adım sonra aslında gitmek istediğim tek yer olduğunu içten içe biliyordum. Adımlarıma uyup, mezara yaklaştığımda derin soluklar aldım. Toprağına bir adım kala durup, mezar taşındaki isme bakarak fısıldadım.

GÜNAHKAR (Yedi Aşiret Serisi - I)Where stories live. Discover now