14. Bölüm

41.5K 2.1K 177
                                    

"Yanıldın Savaş! Bu kez kazanan sen olmayacaksın..."

Lanet olası iç sesimi susturmak istercesine yüzümde gezdirdim ellerimi. Saatime bir kez daha bakarken Ayaz'ın sesiyle bakışlarımı ona çevirdim.

"Ağam, arka bahçeye yaklaşan bir atlı var!"

Sözleriyle gülümsedim. Kimin geldiğini adım kadar biliyordum. Ama neden o yönden, kimsenin bilmediği yerden konağıma, yanıma gelmeye çalıştığını anlayamıyordum. Elimdeki fincanı bırakıp doğruldum.

"Kapıları kapatın, Ayaz. Konakta kimse kalmasın."

Şaşkın bir hâlde bana baktığını hissetsem de dönüp bakmadım. Bu akşam buraya gelen kişiyi kimse bilmemeli, görmemeliydi. Onun bahçemde olduğunu bilmek dudaklarımda hissettiğim gülümsemeyi derinleştirdi. Adımlarım benden bağımsız telaşla o yöne ilerledi. Kilidini dün kırdığım o lanet kapıyı bu kez heyecanla araladım. O an, buraya çıktığım ilk an kadar canımın yanmadığını hissettim. Zira kalbimde onun yerine daha tatlı bir acı hüküm sürmeye başlamıştı. Kesilen soluğuma tenime işleyen rüzgâr bile faydasızdı. Bir adım daha attığımda onu gördüm. Yabani otlarla kaplanan bahçede o denli eşsiz görünüyordu ki... Savrulan siyah saçları uçuşurken üzerindeki beyaz, uzun elbise kıvrımlarıyla sarmalanıyordu. Orada, mazimin kirli izlerinin koca bir yıkıntıya döndüğü o yerde beni bekliyordu. Günahlarımın karasına çıplak ayaklarıyla basmış bir melekti sanki. Cennetten benim için koparılmış gibiydi. Rojda... Benim için gelmişti.

Ardından yaklaşıp, uçuşan saçları yüzüme tel tel vururken durdum. İncecik beli, vücuduna yapışan elbisenin altında dururken sarmamak için güçlükle tuttum kendimi. Yanındaki atın boynundaki işlemeli yuları sıkıca tutmuştu. Gitmesinden korkar gibi öylece kenetlenmişti sanki. Bir adım daha yaklaşıp aramızda belki de santimler kala durdum. Kulağına eğilip fısıldadım.

"Hoş geldin..."

İrkilerek bana döndüğünde atın yuları avuçlarından süzüldü. Gece kadar kara olan at şahlanıp, bizden uzaklaşmaya başladığında Rojda'nın haykırışları yankılandı boşlukta.

"Ayabakan dur! Bensiz nereye gidiyorsun?"

Elbisesinin eteklerini kavrayıp, atın peşine gitmek için bir adım attığında önümüzdeki enkazdan kalan bir taş parçasına takıldı ayağı. Düşeceğini fark ettiğimde, hızlıca belini sarıp kendime çektim. Sırtı göğsüme yaslanırken dakikalar önce sarmak istediğim beli kollarımın arasındaki yerini almıştı. Saçları sol omzuna düşmüş, küçük elleri belini saran ellerimin üzerine yerleşmişti.

"Geri dön! Ben nasıl giderim sensiz konağa?" Üzgün bir hâlde başını eğdiğinde saçlarına yasladım başımı. "Hep senin yüzünden! Sen korkutmasaydın beni gitmezdi!"

"Seni gerçekten seviyorsa geri döner, Rojda. Ne kadar uzağa giderse gitsin sana döner."

"Of! Neden mesaj attın ki? Atmasaydın ben de buraya gelmek zorunda kalmazdım, Savaş!" O kadar sinirliydi ki bana adımla hitap ettiğinin ve şu an ne hâlde olduğumuzun farkında bile değildi. "Babama ne diyeceğim ben şimdi?"

"Benim yanımda olduğunu söylersin," dediğimde başını yüzüme çevirip alaycı bir gülümsemeyle yüzüme baktı.

"Tabii babam da beni alnımdan vursun! Sizin oralarda böyle şeyler basit olabilir ama burada töre cinayeti nedeni! Ama ben kime ne laf anlatıyorum ki?" Sözlerinin ardından belini saran kollarımı yeni fark edip ayrılmaya çalıştı. "Hem sen çeksene kollarını! Ahtapot gibi yapışmışsın!"

Sözleriyle bir kahkaha atarak, kollarımı narin bedeninden çekip, "Bu, hayatımda aldığım en ilginç iltifat oldu," dediğimde omzunu silkti.

Saçlarını hızlıca geriye savurup ellerini beline yasladı. "Benden ne istiyorsun, Savaş Ağa?"

GÜNAHKAR (Yedi Aşiret Serisi - I)حيث تعيش القصص. اكتشف الآن