ve sen gülüyorsun

3.6K 395 98
                                    

Hareketlerimi kontrol edemeyecek kadar acizleşmiştim. Bileklerimdeki demirin canımı acıtmasını algılıyor ama önemsemiyorken, kalkmak; kurtulmak adına hamlelerde bulunuyor ve deli gibi haykırırken kollarıma tüm gücümle asılıyordum.

Odada yayılan hain metalik ses, kurtulamayacağımın ilk habercisiydi. Kabullenemediğim acı, Kyungsoo'nun cansız bedeniyle her saniye katlanıyordu. Midem bulanıyordu ve başımın dönüşü her an bayılabileceğimi belirtiyordu.

"Huzurlu uyu baykuş."

Natalia'nın sesi, kulaklarımda cehennemden yankılanarak gelmiş bir cümle gibi tekrar ettiğinde, onu öldürmeye yemin ettim. Ellerimle canını almak adına tanrıya söz vermiş olsam da, elinde silahı tutan hâlâ o olduğundan; önümü görmekte acizleşmiş halimle kendimi yanlış şeyler söylemekten alıkoydum.

Zihnimi biraz toparlayabilseydim, ne yapmam gerektiğini planlayabilirdim ama halsizleşiyordum. Ortamdaki ses gittikçe azalırken, kelepçelerimi çekiştiremez duruma geleceğim kadar vakit geçmişti. Nefes nefeseydim ve savaşamayacak kadar yıpratmıştım kendimi. Hiç bu kadar çaresiz hissetmemiştim, ölüme yakın olmayı diliyordum, namlunun doğrultulacağı iki kişi daha olduğu düşüncesi beni karanlıkta olmayı dilememe itiyordu.

Nefeslerimin kesildiği bir anda öksürmeye başladım. Bedenimdeki güçlü kasılmaların canımı yaktığı ve ciğerlerim sökülürcesine öksürdüğüm saniyelerde, saçlarıma dokunan bir el hissetmiştim. Toparlamaya çalışarak eğilmiş olan başımı kaldırdım. Natalia'nın hiç olmadığı kadar çirkin suratı hemen önümde duruyordu ve elinin biri saçlarıma yumuşak dokunuşlar bırakıyordu. Elini kırma, parmaklarını tek tek kırma hissiyatıma neden olan öfkemi canıma bastım, bütün sancımı ve acımı oraya yükleyerek soluklandım. Gözlerimin hislerimi yansıttığını bilsem de, onları kelimelere dökmedim.

Sadece "Alçaksın." dedim. "Eti kemiği gibi yüreği de beş para etmez bir alçaksın."

Gülmüştü, kulağımda yankı yapan sesi sanki kemiğime kadar kesilmişim gibi bir acı hissetmeme neden oluyordu. Öfkem kaynıyordu, kollarım kelepçeliydi ve hiçbir şeyden çıkaramadığım güçlü hisler bedenimi parçalamak istercesine damarlarıma baskı uyguluyordu.

"Nelerle baş ettiğimi biliyor musun Chanyeol?" Yüzüme yaklaştığında başımı geriye çektim. Pes etmeyerek yeniden yaklaşmış ve bir eliyle saçlarımı kavramıştı. Yüzü yüzüme değiyordu, dudakları yanağıma sürtünüyorken konuşmaya devam etti. "Sinir sistemime çökmüş dediklerini ve insan içine çıkmadan önce kaç çeşit hap kullandığımı. Kendimi sadece onlarla da değil, uyuşturucuyla uyuttuğumu. Sen benim ne halde olduğumu hiç gördün mü Chanyeol?"

İnlemeye benzer bir ses çıkararak yanağıma dudaklarını bastırmıştı. Dudakları yer yer yukarı taşınıyorken, bana sunduğu iğrenç dokunuşları kendimden temizlemek adına, vücudumun o kısımlarını kesmeyi istiyordum.

"Son bir kaç gündür özgür olmak adına ilaçlarımı kullanmadım." dedi ve yüzümden geriye çekilerek, ona nefretle bakan bakışlarımla buluştuğunda devam etti. "Şu anda uyuşturulmamış asıl benim, tüm hastalıklı halimle karşındayım bak."

"Sen delisin." Dişlerimin arasından tıslamıştım. Gülerek başını sallarken onayladı. "Deli denebilecek kadar hasarlı bir zihnim var. Ve oradaki alevleri en çok sen körüklüyorsun."

Ayağa kalkarak bedenimden uzaklaşmaya başladığında, uzaklaşmaması gerektiğini fark etmiştim.

Adım sayısı artarken, Lucas'la Baekhyun'a yaklaşıyor olması düşüncesi ile bağırdım. "NATALIA YAPMA, KONUŞALIM, HER ŞEYİ KONUŞALIM!"

"Konuşacak neyimiz var bizim?" dedikten sonra, az önce bıraktığı yerden silahını alarak ilerlemeye devam etti.

Beynimi hissetmiyordum, onlara zarar vereceğini biliyordum ve ne yapmam gerektiğini kestiremiyordum.

"BİZİ KONUŞALIM."dedim anlık bir hareketlenmeyle, "BANA AÇILSAYDIN BİR ŞEYLER OLABİLİRDİK, HÂLÂ OLABİLİRİZ!"

Gülerken, "O kadar da deli değilim." demişti. Dudağını dişleyerek bedenimi süzdü ve elindeki silahı Lucas'ın başına yaslamadan önce ekledi. "Çok güzel yalanlar bunlar ama ellerin çözüldüğü anda canımı almaya çalışacağını biliyorum. Seni senden çok tanıyorum Chanyeol, şu anda gözlerinde olan karanlık o kadar tehlikeli ki; öfkeni toplayıp plan bile yapamıyorsun."

Tetiği yeniden çekmişti, duyduğum sesin zihnime hatırlattığı şey midemi yeniden hareketlendirirken bileklerime asıldım. Tüm gücümle imkânsızdan kurtulmaya çalışırken bağırmıştım. "YAPMA! HER ŞEYİ DÜZELTEBİLİRSİN DAHA FAZLA DEVAM ETME!"

Başını olumsuz anlamda salladıktan hemen sonra, Lucas'ın yalvarışlarını da hiçe sayarak silahı yeniden ateşledi. Güçlü baskıyla geriye savrulan bedenin ağzından ve burnundan bir anda boşalan kanlar, küçük kan göleti oluşturmaya hiç beklemeden başladığında, içime çektiğim nefesin her zerremi zehirlediğini hissettim. Tüm kuvvetimden uzaklaşarak, nereden bulduğumu bilmediğim ilahi bir haykırışla kalkmaya çalıştığımda bileklerimi kestiğimi hissediyordum.

Görüntü bulanıklaşıp, kesik kesik geri geliyordu. Nefes alıyordum ama yetmiyordu, midem tüm bedenime zehir yayıyordu. Bilincimi yitiriyordum. Bilincimin son demleri bana az sonra tamamen kaybolacaklarını haber verirken direnmeye çalıştım. Sıcak kan kollarımdan aşağı doğru süzülürken, gözlerimi açık tutmaya çalıştım. Etlerini parça parça etmek istediğim kadın, eline aldığı büyük siyah bir naylonu çekiştirerek üst üste düşmüş iki bedenin üzerine örttü.

Gözlerimin önünde iki adamımın cesetlerini kapatmamıştı, küçük kardeşlerimi cennetlerine hadsizce uğurlamıştı. Bildiğim tek şey onların çok iyi insanlar olduklarıydı, ne benim gibiydiler ne de Natalia gibi. Onlar sadece yaşayabilmek adına pisliğe bulaşmış birer çocuktular.

Koruyamamıştım, kimseyi şeytanlarımdan koruyamamıştım. Her şey benim suçumdu.

Bedenimi bir anda sarıp geçen titremeyle gözlerimi kapattım. Hafifliyordum, her geçen saniye daha çok hafifliyordum.

"Uyuma bebeğim, en güzel gösteriyi en sona bıraktım."

Gözlerimi araladım ve bulanıklığın geçmesi adına bekledim. İnce bir acı hissettiğim sırada, "Sevgilinin vedasını izlemeyecek misin?" demişti.

Görüntü yavaş yavaş yerine oturuyorken, onun Baekhyun'un çenesini kavradığını gördüm. "Chanyeol'e son bir kaç şey söyle Baekhyun."

Zihnimin en ölmüş noktalarına dahi can veren isim, nefeslerime anlam kazandırdığında bilincimi yakaladığım noktada kalmayı diliyordum. Gözlerimiz Baekhyun'la buluştuğunda onun gülümsediğini gördüm, çok ağlamıştı ve ağlamaya devam ediyordu. Yanaklarından süzülen yaşlar onu günahlarından arındırıyorken, sunduğu cesur gülümseme ölüme fısıldıyordu. 'Korkmuyorum.' der gibiydi.

Yanağımdan süzülen sıcak damlayla, artık sadece gözyaşlarım yüzünden bulanıklaşıp gelen görüntüde takılı kaldım. Meleklerden çalınmış gülümsemesinde ölmeyi diledim. Çaresizliğim etlerimi lime lime ediyorken bana seslendi. Elinde silah tutan kadını umursamadan, gözyaşları arasından gülümsemesini sürdürdü ve, "Seni seviyorum Park Chanyeol." dedi. Sesi zincirlerimi çürütecek kadar kuvvetli hissiyatlara sahipken, gözlerini kapattı ve ölümü kabullenişini utanmadan tanrıya dahi gösterirken ekledi. "Seni çok sevdim."

İki dudağının arasından dökülen kelimeler ruhumu özgür kılıyordu. Uğrunda seve seve ölümlere düşeceğim bedenin, gözleri kapalı ölümü bekleyişi hapis olduğumuz depoyu aydınlatıyorken bir şeyler yapabilmeyi diledim. Tanrıya tüm inancımla yalvarırken, batmış olduğum günahlara rağmen dualarıma karşılık bekledim.

Baekhyun'un adı ölümle aynı cümlede dahi geçemezdi. O satırlarda asardım kendimi, kalbini yitirmiş hiçbir beden yaşam adına direnemezdi.

Yaktınsa Bile Beni, Küllerimi Affet ♤ChanbaekWhere stories live. Discover now