5

5.2K 362 406
                                    

Evin önüne arabayı park edip poşetleri içeriye götürdü, tek seferde halledemeyecek kadar çok şey almıştı. Kapısının önüne biraz mama ve su koyup eşyaları yerleştirdi, buzdolabını çalıştırdı ve kıyafetleri eski ahşap dolabın içine astı.

Ev çok sessizdi, bu sessizlik sinir bozucuydu. Seul'deki eski apartmanı hep gürültülü olurdu, hiç yalnız hissetmezdi. Şimdi kendine yalnızca bir paket ramen pişirirken onunla yemek yiyecek bir arkadaşa ihtiyaç duydu. İç çekerek tencereyi salondaki masanın üzerine bıraktı ve televizyonu açtı, şaşırtıcı bir şekilde çalışıyordu. Biraz karıncalıydı ama kenarına bir şaplak attığında düzelmişti. Yanına biraz kimchi getirip yemeğini hızlıca yedi, aklında hâlâ arabanın içine saçılmış köpek mamaları vardı. Bu ev onu korkutuyordu, hayaletli miydi acaba?

Aklına gelen düşünce onu korkuttu, büyükbabasının hayaleti olabilirdi. Belki de Tofu eskiden onun köpeğiydi ve aç kalmasını istemiyordu. Yutkunarak etrafına bakındı.

"Büyükbaba?" diye seslendiğinde karşılık almayınca kendini deli gibi hissetti, sesi boş evin içinde adeta yankılanmıştı. "Buradaysan lütfen tıklatma, korkuyorum."

Gözüne televizyonunun yanındaki mumlar çarptı, ayağa kalkıp bir çakmak buldu ve hepsini bir çırpıda yaktı. Televizyonu kapatıp sessizce dua etti, bu pek yaptığı bir şey olmadığından ne diyeceğini bilmiyordu.

"Seni hiç aramadığım için üzgünüm, büyükbaba. Beni sevmediğini zannediyordum, affet. Ayrıca bana bıraktığın ev ve araba için teşekkür ederim. Ah, büyükanne, az kalsın seni unutuyordum. İkinizi de çok seviyorum. Lütfen huzur içinde yerinizde yatıp beni rahatsız etmeyin, daha on dokuz yaşındayım. Âmin."

Gözünün tekini açıp etrafına baktığında korkunç herhangi bir şeye rastlamadı, rahat bir nefes alıp mumları söndürdü. Korkusundan az da olsa arınmış bir halde bulaşıklarını yıkadı, biraz etrafta dolaşmak istiyordu. Belki birkaç komşusuyla tanışırdı. Montunu ve botlarını giyip anahtarlarını aldı, Tofu kapısının önünde yatıyordu. Üzerinden atlayıp yola çıktı. Sehun evine yerleşmiş gibi görünüyordu, nakliye aracı artık orada değildi. Bütün perdeleri kapalı olduğundan umursamayıp yürümeye devam etti, saat daha yediydi ama hava çoktan kararmıştı. Biraz yürüdükten sonra evinin bahçesini süpüren birini gördü, yaşlı bir adamdı. Muhtemelen seksen yaşlarındaydı, saçları beyaz, yüzü kırışıktı.

"Merhaba," dedi sevecen bir tavırla. "Ben Baekhyun, şu tarafta oturuyorum."

Baekhyun büyükbabasının evini işaret ettiğinde adam eve baktıktan sonra kaşlarını çattı. "Sen Choi'nin torunu musun?"

"Şey, evet."

"Nankör çocuk! Ne işin var burada? Adamı üzüntüsünden öldürdün şimdi de sefil hayatına mı göz diktin?"

Adam kükrer gibi konuştuğunda Baekhyun bir adım geriledi. "Efendim?"

Adam "Cenazesine bile gelmedin, zavallı tek başına öldü," dedi ağlamaklı bir sesle. Sonra gence tekrar baktığında gözlerini kıstı. "Def ol buradan, def ol! Yüzsüz!"

Süpürgesini ona fırlatacakmış gibi doğrulttuğunda Baekhyun neye uğradığını şaşırarak geriye dönüp evine doğru yürüdü, korkmuştu, üzgündü. İstenmediğini hissetti. Hızlı adımlarla bahçesine girerken Sehun'un evine dönüp baktığında hareket eden perdeyi gördü, onu gördüğüne yemin edebilirdi. Bunun üzerinde fazla durmadı. Sinirle kapısını açarken korkudan sıçrayan köpeği umursamamıştı, botlarını rastgele çıkarıp montunu yere fırlattı.

"Lanet moruk!"

Söylenirken buzdolabına koyduğu biralardan birini açtı, sinirleri bozulmuştu. Gerçekten çok gergindi ve buna engel olamıyordu. İçeceğini hızlıca içip kendini koltuğa bıraktı, gözlerini ovuştururken Seul'de yaşamayı özlediğini fark etmişti. Üvey babası olmasa hemen çekip giderdi. İç çekerek birasını kafasına dikti. Bu şehirdeki her şeye yabancıydı, bu histen kurtulmak istiyordu.

Got YouWo Geschichten leben. Entdecke jetzt