IV - ❝Gözlerimdeki Ceset❞

34.6K 2.4K 1.8K
                                    

"Elini tutarken kayboldum.

Ama sakın beni bulma, çünkü hâlimden memnun sayılırım."

IV - "Gözlerimdeki Ceset"

Dilhun sessizliğin esir aldığı odada gözlerimi açtığımda ilk önce nerede olduğumu idrak edememiş fakat sonrasında beynime hücum eden anılar eşliğinde kaşlarımı çatarak doğrulmuştum. Yaşadığım anlar kumdan bir kale gibi önüme dökülmeye başlayınca boğazımın acıyla sızladığını hissettim. Boğazımı temizleyerek yatakta doğruldum, odanın içindeki banyoyu o an fark etmiştim. Ayaklarımı zemine doğru sarkıttığım anda komodinin üzerindeki kıyafetleri gördüm. Etiketi üzerinde olan kıyafetleri elime aldım. Siyah çorap, siyah kot pantolon ve bordo renginde ince bir gömlekten ibaretti. Yanındaki poşete baktım, poşetteki gördüğüm iç çamaşırlarıyla gözlerim irileşti. Zamir'in bunları alması fikri yanaklarımı yaktı, ellerim buz kesti âdeta. Bir müddet ne yapacağımı bilemedim ama sonrasında ayağa kalkıp kıyafetlerle beraber banyoya girdim. Banyo kapısında asılı olan beyaz bornoz ve temiz havluyu gördüm, kaşlarım daha da çatıldı. Bunların hepsini düşünmüş olması imkânsızdı!

Kapıyı içeriden kilitlediğimden emin olduktan sonra üzerimdekileri çıkarıp sıcak suyu açtım ve duşa girdim. Suyun altına girdiğimde bedenim yakıcı suyla buluştuğu için önce acıdı, fakat sonra buna alıştı. Tıpkı hayatta birçok acıya katlanıp alıştığımız gibiydi bu. Bir kısır döngüden farkı yoktu.

Haşlak suyun bedenimi yakıyor olmasını umursamadan elime aldığım şampuanla saçlarımı yıkamaya başladım. O an saç diplerimde hissettiğim ferahlık, yaşadığım durumla oldukça tezatlık yaratıyordu. Saçlarımı üç kere yıkayıp duruladıktan sonra duş jeli ile bedenimi de özenle yıkadım. Suyun yakıcılığı bedenimi kıpkırmızı yapsa bile bunu umursamadan yıkanmaya devam ettim. Yaklaşık kırk dakika sonra suyun altından çıkıp, bedenimi deterjan kokan temiz bornozla buluşturdum. Islak saçlarımı taradım, nitekim kıvırcıktım ve saçlarım kuruduğu zaman tararsam gürleşirdi. Tarama işleminden sonra ıslak olmasına rağmen ördüm saçlarımı. Ardından etiketi üzerinde olan iç çamaşırlarını, siyah çorabı, pantolon ve ince gömleği üzerime geçirdim. Ekimin ortalarıydı fakat hava soğuğa yüz tutuyordu.

Tertemiz olmuştum fakat kendimi neden bu denli kirlenmiş hissediyordum?

Ahşaptan parkenin üzerine çökerken ayaklarıma sarıldım yavaş hareketlerle. Son iki günün anıları çekinmeden zihnimi istila etmişti. Kafamın içinde karınca ordusunun olması muhtemel bir ihtimal gibi geliyordu.

Sahipsiz bir cesedi andırıyordum.

Güneşin yumuşak ışıkları kirpiklerime toz gibi serpildiği esnada, aydınlığın içerisinde ne kadar karanlıkta olduğumu o an anladım. Ucuz bir romandım sanki. Sayfalarım gazete kâğıdının yerine sobaya atılıp yakılmıştı. Ne de olsa bir romanı yakmak bir dünyayı yıkmakla eşdeğerdi. Bir yazarın dünyasını başına yıkmak için onun kaleminin döküldüğü sayfaları yakmak yeterli olurdu. Hayatımın yirmi üç senesi aynı ucuz romanın fersiz sayfaları gibi sobaya atılmıştı.

İskenderun-Erdemli yollarında bütün yaşantımın kırıntılarını düşürmüş ve kimsesizliği sırtlanmıştım. Hatay'da ailemi bırakıp Mersin'de rüyalardan aşina olduğum bir yabancının evinde yaşamaya başladığımdan beri beynim sorgu kabiliyetini yitirmişti. İçimde yitirmişliğin kanıtı olabilecek nice feryat tohumları yeşermeye yüz tutmuştu. Her geçen dakika daha da filizlenen haykırmak hissini bastırmak için birçok savaşlar veriyordum.

Zaman ilerlemeye devam ederken odanın kapısından iki el tık sesi geldi. Ardından bir şey dememe fırsat vermeyen Zamir içeri girdi.

Yerde ayaklarıma sarılmış hâlde beni bulduğunda birkaç dakika konuşmadı. Ardından elini saçlarıma getirdi. "Saçların ıslak."

HALEFΌπου ζουν οι ιστορίες. Ανακάλυψε τώρα