VII - ❝Martıyı Umursayan Okyanus❞

21.7K 2.1K 973
                                    

"O küstüğünde dünya sırt çeviriyor sanki bana."

VII - "Martıyı Umursayan Okyanus"

Küflenmiş zihnimin sınırlarında uçurtmasını uçuran o çocuğun uçurtmasını vurmuşlardı. Bir çocuğun uçurtmasını vurmak onu öldürmekle eşdeğer değil miydi? Uçurtmanın yere düştüğü an bir çocuğun ölüm fermanının imzalanması gibiydi. Ben bir oyunun içinde pervasızca uçurtma peşinde koşuyordum. Oyunun baş rolü kimdi? Kim yapıyordu bunu bana ve dedeme? Bilmiyordum. Bildiğim hiçbir şey yoktu. Sığınacak bir gerçek arıyor ama bulamıyordum. Limanları yakılmış bir geminin, umutsuzca sahile bakmasını andırıyordu duvara bakan, boş gözlerim.

Baran'ın söyledikleri zihnimde beni rahatsız edecek derecede yankılanırken gözüme gram uyku girmemişti. Kan çanağına döndüğüne emin olduğum gözlerimi sıkıca yumup açtım ve cama çevirdim ela irislerimi. Şafak söküyordu. Buraya geleli kaç gün olmuştu, unutmuştum. Bana oldukça bir yabancı şehirde, yabancı insanlarla kalıyordum. Zamir'in beni, burada tutmaya devam ettiği taktirde dedeme verip, ona ihanet edecek kişilerle aynı çatının altındaydım. Bu umurumda olmamalıydı belki de. Beni dedeme teslim etmesi istediğim bir şeydi fakat Zamir'in uğrayacağı hayal kırıklığı? Onun hayal kırıklığa uğramasını istemiyordum. Arkadaşlarının onu sırtından bıçaklamasını istemiyordum.

Düşüncelerimden arınmak istediğim anlarda kendimi duşa atmak, en olağan davranış biçimim olmuştu. Şimdi de bu bir çıkış yolu gibi görünmüştü gözüme. Herkesin uyuduğu, evin ıssız olduğu saatlerin de olması cabasıydı tabii.

Uyuşmakta olan bedenimi kıpırdatarak kendimi banyoya attım, kıyafetleri üzerimden yavaşça sıyırıp küvetin içine girdikten sonra ılık suyu açtım. Bu belki de hayatımda aldığım en uzun duş olmuştu, bir saatten fazla olduğuna emindim. Su öylece bedenimden akıp giderken defalarca, az da olsa beynimin kirli duvarlarını arındırmasını da umdum fakat bu nafile bir çabaydı.

Duştan çıktığımda herkes hâlâ uyuyordu. Ev ürkütücü bir sessizliğe gömülüydü ve bu işime geliyordu. Oldukça yavaş bir şekilde üzerimi giyindim, saçlarımı kuruttum. Saçlarım anında şaha kalktı, aynadaki görüntüme bakarak iç çektim. Kıvırcık asi tutamlarımı topuz yaparak toplasam bile asla düzenli bir şekilde görünmeyeceğini anlamam çok kısa sürmüş, sonuç olarak pes etmiştim.

Odadan çıkarken ne olur ne olmaz diye etrafı kolaçan ettim ama kimse yoktu. Aşağı inip mutfağa girdim, seri bir şekilde bir şeyler yiyip yukarı çıkmak tek hedefimdi. Bu yüzden hızlı ama sessiz olmalıydım. Ve öyle de oldum. Ekmeğin arasına salam, kaşar peyniri sıkıştırıp bir köşede yedim. Ekmeğin bitmesiyle üzerine portakal suyu içerek bardağı tezgâha bırakıp dışarı çıktım.

O an bir bedenle çarpıştım.

Başımı kaldırmama gerek yoktu. Gri tişörtün sahibi kesinlikle Zamir'di.

"Neden gittin?"

Başımı kaldırıp ona baktım. Ne diyebilirdim ki? Su içmek için çıktığımda Baran'ın dediklerini duyduğumu söylemem mümkün değildi. Zaten burada kalıcı değildim. Benim yüzümden Baran'la bozuşmasını istemiyordum ve teknik olarak Baran onun iyiliği için çabalıyordu.

Bir bahane bulamadığım için, "Ben geceleri bazen horlarım," dedim. "Rahatsız olmanı istemedim."

Zamir kaşlarını çattı. Sakince, "Gözümün içine baka baka yalan söyleyebiliyorsun," dedi. "Bu tehlikeli." Gözlerini kıstı. "Ama ben bu yalanını yutacak kadar aptal değilim, Mihrinaz."

"Beni rahat bırakır mısın?" dedim sitemle. "Çok üstüme geliyorsun. Sal beni artık."

Zamir'in yüz ifadesi değişti, tepkisine karşılık başımı eğdim. Yanından geçip gitmek isterken kolumu kavrayarak beni durdurdu. Başımı çevirdim, düşündüklerimi onaylarcasına uzamakta olan sakallarını gördüm. Gözlerini bana çevirdi. Yalın bir ses tonuyla, "Tamam," dedi. "Rahat bırakacağım seni." Bunu çok sakin bir tınıyla söylemişti ama sözlerindeki keskinlik tüm tenimin diken diken olmasına sebep olmuştu.

HALEFHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin