XI - ❝Sana... En Çok Sana.❞

22.7K 2.1K 1.1K
                                    

"Onun kaburgaları...

Sarılmam ve mahkûm olmam için yaratılmıştı sanki."

XI- "Sana...En çok sana"

Göğsümün onu gördüğü anlarda sıkışmasına artık aşina sayılırdım. Fakat uzun müddet sonra onu görmek göğsümün yanı sıra boğazımı da sıkıştırmış, bir taşın tam oraya oturmasına sebep olmuştu sanki. Biriktirdiğim tüm kelimeler boğazımda taş olarak oturmuştu ve canımı yakmaya yemin etmişti. Kelimeler dudaklarımdan ve ses tellerimden bağımsız olsalar çoktan onun eteklerine doğru dökülürdü ama neyse ki bana mahkûmlardı.

Giderken ona söyleyemediklerim, ruhumda yanık izine benzer bir iz bırakmıştı. Kalbimde derin bir kesik izi bırakmıştı onu terk edişim. İçimde ince bir sızı bırakmıştı, beni son kez olduğunu bilmeden kollarıyla sarması.

Bazı anlar vardı. Kalbinin yanında şiddetle çarptığı adamı görürdünüz. Kaçıp gittiğin, pişmanlıkla aradığın o insan sana geldiğinde kalbin çarpmazdı. Dururdu. Çünkü o aynı senin gibi acımasız davranırdı. Düne kadar canını koruyan adam şimdi, intikam almak için hislerini gizlediğin sakallarını kesmiştir çünkü.

Zihnime kök salmaya başlamış anılarım, depremlerle yıkılıp enkaz hâlinde aramıza düşmüştü. Onu karşımda görmek, içimde saklı kalan tüm hislerimin birer birer gün yüzüne çıkmaya başlaması demekti. Her zaman bana gelmesini istemiştim. Gitmeme rağmen içten içe arsızca gelmesini ummuştu bir yanım. O şimdi bana gelmişti. Ama beni yaşatmak için değil, beni öldürmek için gelmişti âdeta.

Onu sakalsız gördüğüm an son kez sarıldığında içimde peydahlanan o ince sızı yeniden canımı yaktı.

Ayaklarım gitmişti ondan. Ama kalbim? Zihnim? İliklerimin onun kalbine yapışık kalmasına, avuç içlerimin dahi onsuz sızlamasına rağmen gitmiş sayılır mıydı?

Meğer ben ondan giderken bile onda kalmışım. Meğer benim evim bildiğim hiçbir yer onun kadar yuvam değilmiş.

Gözlerim sızlamaya başladı, ayağa kalkıp onu inceledim. Siyah botları, siyah pantolonu, siyah ince kazağı ve siyah kalın deri ceketi saçlarıyla uyum içerisindeydi. Onu hiç bu kadar karanlık gördüğümü hatırlamıyordum. Baştan aşağı zifirîydi âdeta. Fakat buna rağmen güçlü görünmüyordu. Aksine göz altları çökmüştü ve saçları en az zihni kadar dağınıktı.

Kalbim göğüs kafesimin içinde son nefeslerini verdiğinde Zamir'e doğru adım bile atamıyor, konuşamıyordum. O ise sadece bakıyordu. Biraz öfkeyle, biraz sinirle, biraz kızgınlıkla; çokça şefkat ve hasretle...

"Yürü." Sesi ondan beklenmeyecek kadar kabaydı. İtiraz kabul etmeyeceğini bariz belli eden ses tonu beni içten içe sevindirmişti sanırım. Beni yanında götürmesini istiyordum. Günlerdir yaşadığım bu şeye katlanamıyordum artık.

"Zamir." Sesim o kadar kısık çıkmıştı ki bir an duyduğundan bile şüphe etmiştim.

Sert bir sesle, "Sus ve yürü sadece," dedi. Bir an onun olup olmadığını yoklamak adına yüzünü inceledim. Çünkü bu onun konuşma tarzı, onun seçtiği kelimeler olamazdı.

"Ama," diye itiraz edecekken bana öyle baktı ki geri adım atmak zorunda kaldım.

"Sana seçim şansı sunan oldu mu? Önüme düş. Hemen!"

Tam ağzımı açıp bir şey söylemek istediğim anda binadan koşar adım çıkan Cihan, susmama neden olmuştu. Cihan'ın gözleri endişeyle etrafı taradı. Ardından gözleri gözlerime değdi. Durdu. Beni bulduğuna sevindi ama Zamir'i görmek kaşlarını çatmasına neden oldu. Hızlı adımlarla gelip yanıma ulaştı, aramıza girerek Zamir'in önünde durdu.

HALEFDove le storie prendono vita. Scoprilo ora