"Güvenin zedelenmesi dert değil ama o güven sana duyuluyordu.
Bu çok büyük bir dert..."
XV - "Parçalanan Güvenin Acıtan Kırıntıları"
Zihnimin soğuk kaldırımlarına sinen sessizlik esaretini büyütürken gözlerimi sıkıca yumdum. Gözlerimi yumarsam hayattan soyutlanırım diye düşünürdüm ve eskiden buna pek ihtiyacım olmazdı. Çünkü yıllardır dedemin gözlerinin içinde kendi gücümü görürdüm. Dedem, her zaman omuzlarıma ellerini yaslar, bana güçlü olduğumu söylerdi. Onun ela gözleri bana güç verir, söylediği kelimeler ise kalkanlarımı sağlamlaştırırdı.
En büyük kalkanım zaten onun torunu olmak, onun soyadını taşımaktı. Peki ya dedemin kalkanı? Zaafı bendim ve bu onu zayıf kılıyordu. Bazen onun bütün gücünü emdiğimi, onu aciz kıldığımı düşünüp kendimi suçlardım. Onun beni yirmi üç yıldır koruduğu gibi ben onu koruyamıyor, hatta ona ulaşamıyordum.
"Gözlerini aç."
Dediğini yaptım, arabayı durdurmuştu. Karanlığın çöktüğü ıssız bir yoldaydık. Düzensiz ağaçların çevrelediği bir yol, kenarda ışığı yanan ama pek işlek görünmeyen bir kafe vardı. Kafenin önü arabasızdı ve yolun ıssızlığına ayak uyduruyordu.
Elim anında kapıya gitti, "Dur," dedi. Zamir'e sorgu dolu bakışlarla döndüm. "Önce inip bir bakayım."
Başımı iki yana sallayarak, "Olmaz," dedim keskin bir sesle. "İkimiz birlikte ineceğiz." Hiçbir şey demesine fırsat vermeden arabadan indim, hemen inip yanıma geldi. Zamir silahını beline yerleştirirken ürkekçe, "O silah ne için?" diye sordum.
Bakışlarını bana çevirdi, gözlerinin beni üşüttüğüne yemin edebilirdim. "Tedbirli olduğumu öğrenmen lazımdı."
"Dedeme zarar verirsen asla seninle geri dönmem."
Kaşlarını çattı ve gözlerini devirdi. "Yürü, Mihrinaz."
Kabalığını umursamadan ilerlemeye başladım, kalbim boğazımda atıyordu. Sarı ve dikenli otların arasından geçip taşların döküldüğü tozlu yola bastım. Kafenin ahşap kapısının önüne geldim, omzumun üzerinden arkamda kalan Zamir'e bakıp, kapıyı açarak içeri girdim. İçeriye girdiğim an gözlerimi kırpıştırdım. Dışarısı zifirî karanlık, içerisi oldukça aydınlıktı ve bu gözlerimi acıtmıştı. Bakışlarım, hızla etrafta gezinirken duvarın yanındaki masada oturan dedeme ilişti. O an dedem de bana bakıyordu. Aynı renkteki harelerimiz kesiştiğinde tüm bedenimden bir titreme dalgası geçti. Gücünü yitiren ayaklarım uyuşmuştu âdeta. Nitekim kendimde yürüyecek kudreti bulamamıştım.
Oradaydı. Onu gördüğüm an ruhumda biriken tabutların içine sakladığım cesetleri çürüten göz bebeklerim kilitlendi ve dedeme doğru birkaç adım attım.
Hayır, bu sefer ağlamayacaktım.
Azim Akşahin ayağa kalktı.
Tekrar ona doğru adım attım zorlukla. Fersiz bacaklarım dedeme doğru ilerlemeye başladığında kalbim boğazımda atıyordu. "Dedem," diye fısıldadım titrek sesle. Tam önünde durdum. "Çok özledim seni."
Bana kollarını açtı. Dedem zaten bana hep kollarını açardı.
Ona sarıldım.
Annemmiş gibi hissediyordum.
Bazen babammış gibi hissediyordum.
Bazen ise kardeşimmiş gibi hissediyordum.
Oysa o, benim sadece dedemdi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
HALEF
ActionAnsızın bir fırtına başladı, tüm gerçekler saklandığı yerden çıkıp onların üzerine devrildi. Hikâyelerinin mürekkeple değil, kanla yazıldığını fark ettiklerinde çoktan kayıplar vermeye başlamışlardı. Mihrinaz Akşahin, geçmişinin kanlı pençesini ens...