VI - ❝Bataklıkta Açan Çiçek❞

26.4K 2.2K 1.2K
                                    

"Buna rağmen sen hâlâ bataklıktaki nahif ama güçlü çiçeksin."

VI - "Bataklıkta Açan Çiçek"

Bazı tabutlar vardı, içindeki ceset toprağa gömüldüğünde üzerine çiçekler atılırdı. Bir ölü çiçeği ne yapacaktı? Yaşadığı süre zarfında bir kere bile çiçek almamış, değerli hissetmemiş birinin ölüsüne çiçek götürmenin ne anlamı vardı?

İnsanlar kendi vicdanlarını rahatlatmak için mezarlığa çiçekle gidiyordu.

Hiçbir zaman hayatımda çiçeklerin açtığını hissetmemiştim. Nitekim benim içim bir bataklıktı ve bataklıkta pek çiçek açamazdı. Bu bataklık içimdeki tüm hisleri, iyi niyeti kendine çekmiş, öldürmüş ya da kirletmişti. Ruhumda intihar için eğitilen duygular haricinde hiçbir his yoktu. Melankoli ve hüsran dolu ruhumda iyi diye adlandıracağım yegâne his, kalbimin onun yanında teklemesiydi. Ona karşı tuhaftı kalbim. Bazen tekler, bazen hızlanır, bazen göğüs kafesimi yarıp içimden çıkmak isterdi. Bazen ise durup beni âdeta ölüme sürüklerdi.

Bazı şeylerin gerçek olup olmadığını sorgulayan bir beynim vardı. Bilinçaltımın oynadığı oyun olma ihtimalinin yüksek olabileceğini tuttuğum biriydi Zamir. Onunla rüyalarımda tanışmıştım fakat bugün onun evinde uyanmış ve kocaman bir gün daha geçirmiştim.

Gerçek hayatta hissetmediğim tüm duyguları, rüyalarda iliklerime kadar yaşatan adamdı o: Zamir Hancıoğlu.

Asırlar kadar uzun süren zaman dilimi içerisinde gözleri hâlâ üzerimdeydi.

Gözlerimi kısarak ona bakarken gülüşümü bastırmak için çabalıyordum. Neden mi? Çünkü Zamir Hancıoğlu hastalanmıştı. Dün bana hastalanmayacağını söyleyen, ateşim olduğu için beni azarlayan ve tedavi eden adam şu an mendille burnunu silerken alayla izlediğim için öfkeli gözlerle bana bakıyordu.

Sesimi kalınlaştırarak Zamir'i taklit ettim. "Bir şey olmaz bana."

Zamir, gözlerini kısıp, sesini inceltip beni taklit ederek, "Çok tatlısın," dedi. Elime aldığım yastığı ona fırlattım, havada yakalayıp bana göz kırptı. Durmadı. "Gitme, Zamir." Etrafımda yastık kalmadığı için ona doğru uzanıp omzuna vurdum. Etkilenmese bile omuzlarını benden kurtarmaya çalışması az da olsa canını acıttığım anlamına geliyordu. Bu yüzden durmadan omuzlarına vurmaya devam ettim. Kurtulmak istercesine omuzlarını hareket ettirince elim göğsüne değdi. Birden beklemediğim şekilde inlediğini duydum ve geri çekildim. Yüzü buruşmuş ve acıyla inlemişti. Ama çok kötü vurmadığıma yemin edebilirdim.

"Ne oldu?"

"Hiç." Kısa ve net cevabı beni tatmin etmemişti.

"Orada ne var?" diye sordum. Çünkü ilk geldiğimde de ona yastık fırlatmıştım ve koşar adım yukarı çıkmak zorunda kalmıştı. "Aç, bakacağım."

Zamir'in ifadesi anında değişti ve muzip bir şekilde güldü. "Soyunmamı mı istiyorsun?" Her cümlemi yanlış anlamayı nasıl başarıyordu?

"İki dakika ciddi ol be!" diye cırlayıp yukarı çıkmaya yeltendim, beni kolumdan kavrayıp durdurdu. Kolumu elinden kurtarmaya çalıştığım sırada Zamir'in bakışları bileğime indi.

"Bilekliğin güzelmiş," dedi ifadesiz sesle. "Deden mi aldı?"

Gözlerimi kıstım. "Hayır." Ardından sırf ona inat olsun diye, "Âşık olduğum adam aldı," dedim. Aslında kimin aldığını katiyen bilmiyordum. Mezun olduğum gün gizemli bir notla kapının önünde bulmuştum. "Bunu taktığına pişman olmayacaksın." Böyle yazılmıştı notta. Üzerinde kuş tüyü detayı olan ince bir bileklikti ve çok güzeldi. O zamandan beri neredeyse hiç çıkarmamıştım. Kolumla âdeta bir bütün olmuştu.

HALEFWhere stories live. Discover now