XII - ❝Satırlara Hapsolan Karakterler❞

20.6K 1.8K 832
                                    

"Mürekkeple değil, kanla yazılıyor sanki bu öykü."

XII- "Satırlara Hapsolan Karakterler"

İçime ektiğim yalnızlık düşüncesi her geçen yıl filizlenmiş, kökleri ruhuma kadar uzanmış ve iliklerimi sarmaşık misali sarmıştı. Kalbim paslanmıştı. Bundan emindim. Çünkü kalbimin attığını hissettiğim anlar neredeyse yoktu. Hayatım dedemin dizinin dibinde, onun bana miras bırakacağı hayatı sırtlanarak geçmişti. Sevmek ve sevilmek hissinin her daim sadece ona mahsus olduğuna kendimi inandırmıştım.

Fakat ben aslında binlerce hayat yaşamıştım. Binlerce kitap okumuş, yüzlerce film izlemiştim. Her karakterin içine girip onun hayatını yaşamış, onlarla beraber ağlamış, gülmüştüm. Onlara edilen ihanetler bana edilmiş, onları sevenler beni sevmişti sanki.

Bazen kendimi bir kitap karakteri, Zamir'i ise o kitaba giren yeni bir karakter olarak hayal ediyordum. Bu kitabın baş rolleri bizdik sanki. Satırlara hapsolan, kaderleri bir yazarın mürekkebinden çıkanlarla ölçülen iki karakter. Peki, bizim yazarımız neden bu kadar acımasızdı? Neden bana bu kadar acı çektiriyordu?

Olduğum yerde parmaklarımın ucunda döndüm, etrafı incelemeye başladım. Küçük bir daireye gelmiştik. Antakya'nın bittiği arazilerde eski bir apartmandı burası. Zamir'in dediğine göre binanın dışında kamera yoktu ve rahat bir şekilde hareket edebilecektik. Ev küçüktü ama çok şirindi. Dar koridor sarı renkli duvar kâğıdıyla sarılmıştı. Girişte küçük dolap ve askılar vardı. Koridorun sağında ahşap mobilyaların olduğu mutfak, ortada diğer odalara nazaran büyük bir salon vardı. Koridorun sonunda banyo, solunda ise yan yana iki oda vardı. Evin içi soğuktu fakat içeri girdiğim andan beri ısındığımı hissediyordum.

Zamir, soğukluğu fark ederek ısıtıcıları çalıştırmak adına banyo tarafına geçmişti. Onun yokluğu aniden içimin buz kesmesine neden oldu, peşinden gittim. Geldiğimi fark ederek başını kaldırdı ve merakla bana baktı.

Umursamazca omuz silkerek onu izledim. İşini birkaç dakikada bitirdikten sonra ayağa kalkıp ceketini çıkardı. Kollarım benden izinsiz şekilde ceketine uzandı, Zamir bu ani hareketime karşılık afalladı ve bana verdi.

Sessizlik girdabını büyütürken salona geçmişti. Peşinden ayrılmamaya yemin etmiş gibi yine onu takip ettim. En sonunda usanarak bana döndü. "Beni neden takip ediyorsun?"

Omuz silktim. "Kaybolmanı istemiyorum."

Gözlerini kıstı. "Ben kaybolmam. O senin işin."

Çenemi dikleştirerek, "Hep böyle mi olacak? Sürekli bana laf mı sokacaksın?" diye sordum. "Bunun için mi seninle geldim?"

"Gelmeyip de ne yapacaktın?" diye sordu öfkeyle. "O herifle mi kalacaktın?"

"O herif dediğin adam benim yıllardır hayatımda!" Derin nefes alıp devam ettim: "Seninle geldiysem sana mecbur olduğumdan gelmedim ben! İstediğim için geldim."

Zamir gözlerini yumup açtı. Ona doğru birkaç adım attım, gözlerini gözlerime değdirmişti birkaç saniyelik. Fakat birkaç saniye yetersizdi benim için. Bu yüzden baktığı yöne doğru eğdim başımı. Gözlerimi gözlerine kilitledim, kaşlarını çattı. "Aradın mı beni?" İfadesindeki buzlar sıcak sesim eşliğinde erirken gözlerimi ondan ayırmıyordum.

Yorgun bir bakışla, "Yapma," dedi. "Bunu bana yapma."

Dudak büktüm. "Neyi yapmayayım?" Ona bir adım daha atıp aramızdaki mesafeyi kapattım. Başımı kaldırıp yüzlerimizi aynı hizaya getirdim, gardının indiğini hissedebiliyordum. "Hatalıyım. Haksızım. Ama geldim? Tüm tehlikeye rağmen yanındayım."

HALEFWhere stories live. Discover now