HALEF - II - DÜŞÜŞ

12.6K 1.3K 257
                                    

Dünyanın sonu gelmiş,

Katil olmuş bir çocuk.

Mezara girmiş küçücük bir beden.

Dünyanın sonu gelmiş.

Vicdan azabını tatmış,

Vicdanın ne olduğunu bilmeden.

Dağ kadar acılar aşılanmış,

Daha yeni atmaya başlayan küçük kalbine.

Acıları acımasızlar değil,

Sabiler üstlenmek zorunda kalmış.

Dünyanın sonu gelmiş...

Yıllar önce...

"Baba," diyerek başını yukarı doğru kaldırdı usul usul. Gözlerindeki hüzün, ıslaklık ve merak eşliğinde babasının simsiyah gözlerine odaklandı. "Cennette mutlu olacak mı?"

Bilal Hancıoğlu'nun boğazına oturan yumru o kadar büyüktü ki o an boğazının yırtılacağını düşünmüştü. Hayatı boyunca yüzlerce operasyona gidip korkusuzca savaşmış olan bu güçlü adam, şimdi en aciz anını yaşıyordu.

Kısık sesle, "Umarım mutlu olur, evlat," dedi. Başını yukarı doğru kaldırarak göz pınarlarına hücum eden gözyaşlarını oğlundan sakladı. Nitekim o, oğlunun gözünde bir kahramandı. Asla yıkılmayacak bir dağdı. Fakat şu an içinde fırtınalar kopuyor, depremler oluyordu. Yıkılmıştı ama hâlâ ayaktaydı.

"Baba, ben onu cennete gönderdim ama orada kiminle oynayacak? Ben de mi gitsem yanına?"

O an oğlunun ölmesi fikri Bilal Hancıoğlu'nun içindeki son depremi de uyandırırken, "Sakın," dedi dişlerini sıkarak. "Sen hiçbir yere gitmeyeceksin."

Gözlerini kırpıştıran Zamir, "Katil ne demek?" diye sordu. "Derya teyze, bana katil dedi. Onu cennete gönderdiğim için mi?" Babası cevap vermedi. "Baba, sen de benim katilim olur musun? Ben de cennete gitmek istiyorum."

"Zamir, kes sesini!"

Zamir, babasından uzağa çevirdiği gözlerini belertip bakışlarını yere eğerken gelen seslerle başını kaldırdı. Beyaz giyimli bir adam farklı bir dilde sözcükleri söylüyor, herkes ağlayarak tekrar ediyor, en sonda dua eden insanlar, "Âmin," diyordu. Zamir daha önce dua etmişti. Dua etmeyi ona annesi öğretmişti ama dua ederken farklı bir dil kullanıldığını ilk defa görüyordu.

Az sonra tabutta olan arkadaşını çıkarıp toprağın içine bıraktıklarında Zamir afalladı. Onun göğe uçup bulutlardaki cennete gitmesi gerekmez miydi? Neden toprağın altına giriyordu? "Ama onu yukarı göndermeleri gerekiyordu. Neden bir çukura attılar?"

"İnsanlar öldüğü zaman böyle gömülür."

Zamir'in gözleri yaşarırken, "Bana gömüleceğini söylememiştin! Cennete gidecek, demiştin!" diye çıkıştı babasına.

"Eminim ki ruhu cennete gidecek. Ama bedeninin toprağa gömülmesi gerekiyor."

Zamir, duyduklarından sonra babasının uzun bacaklarına sarıldı. "Toprağa gömülmek istemiyorum."

Babası, Zamir'in gece karası saçlarını okşayarak, "Her birimiz bir gün o çukura gireceğiz, evlat. Önce ben, sonra annen... Ama sen, hepimizden sonra," diye mırıldandı temkinli sesle. Hayatta en büyük korkusu oğlunun ve eşinin mezarına toprak atmaktı. Tek dileği onlardan erken ölmekti.

"Baba," dedi Zamir ağlayarak. "Ben seni asla gömmeyeceğim."

Bilal Hancıoğlu, bir gün oğlunun onu gömmek zorunda olacağını biliyordu. Neredeyse her ay ölümle yüz yüze gelen adam, eninde sonunda bir ambulans ve askeri araçla evlerinin önüne gelineceğini, eşi Emel Hanım ve oğlu Zamir'e o haberin verileceğini biliyordu. O bir vatan albayı, devletin desteklediği ve her geçen yıl ileriye doğru adım atan bir askerdi. Bir gün şehadete kavuşmak elbette onun da arzusuydu.

"Umarım bir gün beni al bayrağa sarılı tabutumdan çıkarıp gömme şerefine nail olabilirsin, evlat."

Zamir hiçbir şey anlamadı. Bu kez sustu. Her ikisi de uzakta durarak küçük bir çocuğun üzerine toprak atılmasını izledi. Zamir aniden başını göğe kaldırdığında gökyüzünün, insanın içini karartmak istercesine kasvetli olduğunu görmüştü. Oysaki çok sıcak ve ışıl ışıl olması gereken bir gündü.

O gün, dört yaşında bir bedenin üzerine toprak attılar.

O gün, yedi yaşında bir beden bunu izledi.

Cennete gitmek için önce toprağa gömülmek gerektiğini gördü, çocukların ölebileceğini öğrendi Zamir.

Fakat katil sözcüğünün anlamını öğrenmedi. Bir müddet sonra öğrendiğinde ise o küçük dünyası kocaman bir çığ olup üzerine devrildi.

Gece gözlü çocuk, yedi yaşında enkaz altında kalan ruhunun acıdan kıvranmasına, kalbinin her ufuğa baktığında kasılmasına, fotoğraflarına baktığında gözlerinden yaşların yuvarlanmasına alıştı. Bir çocuk tüm bunlara sadece yedi yaşında alıştı.

Zaten insan nelere alışmıyordu ki?

Bir ruhun Azrail'i olmaya bile alışırdı insan.

Acıya alışırdı.

Acımasızlığa alışırdı.

Her duygu kavramına aşina olurdu belki ama vicdana asla...

HALEFNơi câu chuyện tồn tại. Hãy khám phá bây giờ