7.BÖLÜM

58.3K 4.6K 2.4K
                                    

Rüzgâr...

İnsanları tanışırken değil, tartışırken tanırsınız. Çünkü: Öfke saklanan kişiliği ortaya çıkarır," demiş Konfüçyüs.

Ancak Osho da, "Hiç öfkelenmeyen ve öfkesini sürekli kontrol eden bir kişi çok tehlikelidir," demiş.

Aslında her ikisinin de haklı olduğu taraflar vardı elbet. Mesleğimin getirisi olarak öfkemi kontrol altında tutmayı başaran bir insandım ancak Şeker'e karşı bugün fazla öfkeli davranmıştım.

Tam yarım saattir odanın içinde bir o yana bir bu yana dolanıp duruyordum. Şeker'le olan tartışmanın ardından sinirden kendi kendime küfürler saydırıyordum.

Hayır, öfkem Şeker'e değildi. Öfkem tamamen kendimeydi.

Hasta olduğunu bildiğim birine karşı fazla agresif davranmıştım. Tamam Şeker'e karşı biraz sert bir tavır takınmayı düşünüyordum ama, bu yaptığım şey biraz fazla olmuştu.

Sinirimin sebebi gurup terapisinin getirdiği hem fiziksel, hem ruhsal yorgunluktu. Terapiler bazen gerçekten fazla yorucu oluyordu. Şeker'in aldığı notların okunamaz halde olduğunu görmemle kan beynime sıçramış, bir nevi sinirimi Şeker'den çıkarmıştım. O notlar hastaların alacağı ilaçların seyrini belirliyordu. Alınan notlara göre hastaların ilaçlarının dozunu ya arttırıyor ya da azaltıyorduk. Bu yüzden çok önemliydi fakat Şeker'in yazısından tek bir kelime bile anlaşılmıyordu.

Şeker'e kızmakta haklıydım ama tepkimin dozu biraz fazlaya kaçmıştı ve onu çok kırmıştım. Yaptığım kabalık aklıma geldikçe deli oluyordum. "İstifa ediyorum," demişti.

Elbette buna müsaade etmeyecektim.

Yaptığım bilimsel araştırma için Şeker'e ihtiyacım vardı, ve tabii onun da bana. Hem hastalığını araştıracağım hem de onu iyileştirmek için elimden geleni yapacağım. Bu yüzden istifa etmesine asla müsaade etmem, edemem.

Odanın içinde kendi kendime söylenirken telefonum çaldı. Sıkıntılı bir şekilde koltuğa oturdum ve masanın üzerinde duran telefona uzandım, arayan Koray'dı. Telefonun yeşil tuşuna basarak açtım. Ben daha alo demeden, "Rüzgâr çok fena bir şey oldu" dedi direkt. Sesi haddinden fazla telaşlı geliyordu. En son biz tartışırken Şeker'i de alıp gitmişti. "Ne oldu Koray ne bu telaş?"

"Şeker, Şeker yok!"

Duyduğum şeyle hızla yerimden kalktım. "Ne demek Şeker yok?" Maraton koşusu yapıyormuş gibi kesik kesik çıkan sesini kontrol etmeye çalışarak konuşuyordu.

"Lavaboya gitmiştim döndüğümde yoktu," dedi kendine küfrederek. "O haldeyken onu yalnız bırakmamalıydım."

Söylediklerinden hiç bir şey anlamamıştım ama kalp atışlarımın sesini duyuyordum. "Neyden bahsettiğini anlamıyorum bi' sakin ol baştan anlat şunu," dedim sinirle. Umarım Şeker'in başına kötü bir şey gelmemiştir.

"Onu sakinleştirmek, biraz sohbet etmek için yemeğe çıkarmıştım. Çok üzgündü Rüzgâr ağlıyordu."

Ağlıyor muydu, Şeker benim yüzümden ağlamış mıydı? Kendime bir küfür daha ettikten sonra dinlemeye devam ettim. "Döndüğümde yoktu ve garson koşarak çıktı, çok telaşlıydı dedi. Sonra aradım ve beni tanımadı," deyince başımdan aşağıya kaynar sular döküldü. Hastalığı tetiklenmiş olmasın lütfen.

"Tekrar aradım ve ben Şeker değilim deyip telefonu yüzüme kapattı," deyince olduğum yere çöktüm. Tam da tahmin ettiğim şey olmuştu. Ona yaşattığım hayâl kırıklığı yüzünden füg haline bürünmüştü değil mi?

FÜGWhere stories live. Discover now