10. BÖLÜM

49.8K 4.4K 1.5K
                                    


Terapi merkezine indiğimizde hastaların her biri kendi havasındaydı. Guruplar halinde her birinin başında doktor ve terapistler vardı. Kimi bir takım etkinlikler yapıyor, kimi birbiriyle kavga ediyor, kimi ise yatağa uzanmış doktor ve terapistlerle konuşmaya çalışıyordu. Rüzgârın 'Olcay seni sorup duruyordu' sözünden dolayı gözlerim ürkek bir şekilde merkezin içinde Olcay'ı arıyordu. O sapık adamdan çok korkuyordum. Her an bir yerden çıkıp beni taciz edecek korkusuyla ürkek bakışlarla etrafta onu arıyordum. Biraz ileride Atalay'ın, bir hemşirenin üzerine yürüdüğünü gördüm. Atalay şizofreni hatasıydı, doktorlar peşinden gidip hemşireye bir zarar vermesin diye kollarından yakaladı ancak Atalay tek hamle ile ellerinden kurtuldu. Allah o hemşirenin yardımcısı olsun.

Bakışlarımı başka bir noktaya çevirdiğimde Serdar'ın duvara kafa attığını gördüm. Serdar madde ve nikotin bağımlısıydı ve sanırım kriz geçiriyordu. Ürkek bakışlarla etrafta olanları takip ederken Rüzgâr'ın, omzunun üstünden bana bakıp hafif sırıtarak, "Terapi boyunca kolkola olmayı planlıyorsan bana uyar," demesiyle kendime geldim. Başımı hafif eğip aşağıya doğru baktığımda Vantuz balığı gibi koluna yapıştığımın farkına vardım. O kadar korkuyordum ki bunun farkında bile değildim. Kolundan ani bir şekilde ayrılıp yana doğru çekildim. Şimdi bunu da yanlış anlar bu adam düşüncesiyle kısa ve öz bir açıklama yaptım. "Afedersiniz farkında değildim!"

Bu hareketim hoşuna gitmemiş olacak ki hafifçe kaşları çatıldı.
Verdiğim ani tepkiye homurdanarak bir şeyler söylenip önden yürümeye başladı. Bende annesinin peşinden paytak adımlarla koşuşturan çocuklar gibi peşine takıldım. Attığı her adımını takip ederek yanından ayrılmamaya dikkat ettim. Rüzgâr, Hastalardan Dilara'nın yanına doğru yürümeye başladı ve, "Bugünü Dilara'ya ayıralım," diyerek kızın oturduğu yeri işaret etti. Dilara, halk arasında yürüyen ceset olarak da bilinen Cotart sendromuydu.

Saldalye de hareketsiz bir şekilde oturan kız gözlerini yere dikmiş öylece duruyordu. Rüzgâr ile birlikte Dilara'nın tam karşısında durduk." Merhaba Dilara, nasılsın bugün?"

Rüzgâr'ın son derece sevecen bir yüz ifadesiyle sorduğu soruya cevap gelecek diye birlikte beklemeye başladık. Kızın Rüzgâr'a cevap vermesini bekledik ancak Dilara başını kaldırıp yüzümüze bile bakmadı. "Dilara beni duydun değil mi?"

Dilara da çıt yok.

"Dilara sana söylüyorum!"

Rüzgâr'ın gülümseyen yüzü ciddi bir ifadeye evrilmiş,sinirlenmeye başlamıştı. "Sen yine ilaçlarını almadın mı?" dedi kaşlarını çatarak. Hastalarla ilgili okuduğum dosyada, Dilara'nın ilaç kullanımını ısrarla reddettiği yazıyordu.

Tüm çabası boşunaydı çünkü Dilara'dan tek bir karşılık gelmedi. İkimiz de karşımızda tek bir yaşam belirtisi göstermeyen kıza, balmumu heykeline bakar gibi baktık bir süre. Ne bir ses ne bir hareket, öylece duruyordu. Rüzgâr derin bir nefes aldı ve bir kez daha şansını denedi. "Dilara ikimiz de beni duyduğunu biliyoruz, şimdi başını kaldır ve bana cevap ver!" dedi otoriter bir ses tonuyla.

"Üçümüz!"

Dilara'yı konuşturmaya çalışırken benim söylediğim şeyle başını bana doğru çevirip, 'ne diyorsun' der gibi yüzüme baktı. "Nasıl?"

"Üçümüz," diye tekrarladım. "Bende buradayım!" Beni görmezden gelemez çünkü bende buradayım.

Alaycı bir tavır takınıp tam bana bir şey söyleyecekti ki telefonu çaldı. Hafif bir şekilde kıstığı gözlerini benden ayırmadan cebinde çalan telefonu çıkardı ve gözlerini benden koparıp telefona çevirdi. Arayan kişi her kimse bir anda ifadesi değişti ve, "Birazdan geliyorum," diyerek telefonla konuşmak için kapıya doğru yürümeye başladı. Biraz gerildi sanki!

FÜGWhere stories live. Discover now