44.BÖLÜM

35.1K 2.9K 4.3K
                                    

Son bir haftanın sabah rutinini bozmadan, yatağımdan adeta sürünerek kalktım. Uyuşuk bedenimi tembelce balkona sürüklerken içimdeki sıkıntıya engel olamıyordum. Beynim, iki ucu paslı bir makasın arasına sıkışmış gibiydi. Bir el, makası sıkıyordu ve acıtarak beynimi parçalara ayırıyordu. Sonra parçalar tekrar bir araya geliyor, paslı makas bir kez daha acıtarak kesiyordu. Binbir parçaya bölünmüş gibiydim.

Balkona çıktım ve hamağın üzerine yerleştim. Gökyüzü iç karartıcı bir şekilde siyah bulutlarla çevriliydi. Kolumu balkonun soğuk trabzanına yaslarken bir an ürperdim. Hava kapalı, soğuk ve fazla kasvetliydi.

İçimde hissettiğim şeyin sebebi tam olarak neydi bilmiyorum. Gördüklerim, duyduklarım ve hissettiklerim. Zihnimde canlananlar kafamın içinde koca bir boşluk oluşturmuştu. Kendimi o bilinmezlik boşluğuna sarkıtmış, deli gibi sallanıyordum. Ayağa kalkıp masanın üzerindeki su şişesine aldım. Minelerimin suya ihtiyacı vardı. Kendimi iyi hissetmesem de onları ihmal etmiyordum. İlk çiçeğin suyunu verdikten sonra ikincisine geçerken kapım tıklatıldı.

"Şeker, açar mısın güzelim."

Rüzgâr gelmişti. Şişeyi tekrar masanın üzerine koyduktan sonra kapıya yöneldim. İnsanın başı, vücuduna ağır gelir miydi? Geliyordu. Başımı taşımakta zorlanıyordum. Sarsak adımlarla kapının önüne geldim ve kilidi açtım. Kapının kolunu çevirip açmamı beklemeden Rüzgâr benden önce davrandı ve kapıyı açtı.

"Günaydın sevgilim."

Her zaman olduğu gibi sahte bir enerjiyle içeri girdi. Belli etmemeye çalışıyordu ama o da iyi değildi. Benimleyken insan nasıl iyi olurdu ki?

"Günaydın," dedim ve ona arkamı dönüp tekrar balkona yöneldim.

"Artık kapıyı kilitlemesen mi?" diyerek peşimden gelmeye başladı. Son bir haftadır güne başlarken kurduğu ikinci cümle buydu. Hiç sıkılmadan her gün bu durumdan şikayet ediyordu ama beni zorlamak da istemiyordu.

Artık odamda olduğum süre boyunca kapıyı hep kilitli tutuyordum. Rüzgâr dahil hiç kimse benden izinsiz odama giremiyordu artık. Balkona çıktım ve tekrar su şişesini elime alıp mineleri sulamaya başladım.

"Buna hiç su vermedin mi?" dedi minelerden birini eline alarak. "Kurumuş."

Elinde tuttuğu saksıya baktım boş gözlerle. Küçücük, kuru bir dal vardı saksının içinde.

"Verdim Rüzgâr," dedim saksıyı elinden alıp yerine koyarken. "Çiçek bu, kuruyabilir."

Diğer çiçekleri de sulamamı beklerken hiç konuşmadı. İki eli cebinde sadece beni izledi. Son çiçeğin de suyunu verdikten sonra boşalan şişeyi masanın üzerine bıraktım.

"Şeker," dedi odaya yöneldiğim sırada. Durdum ve yüzüne baktım. "Bugün hava çok güzel," dedi uzanıp ellerimi tutarak. "Çıkalım mı biraz?"

Dönüp güzel dediği havaya baktım. Güzel değildi. Kara bulutlar tepemize kadar yaklaşmış, sanki biraz sonra üzerimize çökecekti. "Bu hava mı güzel Rüzgâr?" dedim başımla açık alanı işaret ederek. "Birazdan yağmur yağar."

"Yağmur mu?" Dönüp bir kez daha baktı kuşkuyla. "Bir tane bile bulut yok. Üstelik buraya bu mevsimde pek yağmur yağmaz."

Ellerimi Rüzgâr'ın ellerinden çektim ve trabzanlara tutunarak etrafı seyretmeye başladım. Kötüydü, kapalıydı ve çok sıkkındı hava. Kara bulutlar her an büyük bir gürültüyle üzerimize felaket yağdıracak gibiydi ama Rüzgâr görmüyordu. Rüzgâr benim gördüğüm hiçbir şeyi görmüyordu. Dün yaptığı elektroşok terapisinden sonra da, ondan iki gün önce yaptığında da aynısı olmuştu. Bir hafta içerisinde iki kere yaptığı terapiden sonra gördüğüm kadını Rüzgâr görmemişti. Ama ben gördüm. Zeynep abla iki terapide de kanlı canlı karşımda duruyordu.

FÜGHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin