19.BÖLÜM

38.1K 3.8K 1.3K
                                    

Arabadan inerken Rüzgâr'a dönüp tebessüm ederek bir bakış attım. Yorgun ve uykusuz görünüyordu. Benim yüzümden sabaha kadar uykusuz kalmıştı. "Fazla geç kalmayın," dedikten sonra kapıyı kapatıp koşar adımlarla bahçeye girerken, garip bir heyecan içerisindeydim. Bahçe kapısını da hızla kapatıp eve yönelmiştim ki, ayaklarımın birbirine dolanmasıyla yere kapaklandım. Harika!

Neyseki bahçe kapısı kapalıydı ve Rüzgâr düştüğümü görmemişti. İnşallah görmemiştir. Ellerime yapışan toprakları temizledikten sonra zorlanarak da olsa ayağa kalktım. Dizlerim çok acıyordu. Başımı kaldırıp Rüzgâr'ın olduğu yöne baktığımda, arabayı çalıştırıp gittiğini gördüm. Nereye gidiyordu?

Üzerimdeki tozu da temizleyerek hızlı bir şekilde eve girdim. Güneş'i uyandırıp bir an önce kahvaltı hazırlıklarına başlamalıydım. Çantamı salondaki koltuğun üzerine fırlattıktan sonra banyoya girdim. Üzerimde öyle bir yorgunluk vardı ki, kahvaltıya davet etmek için doğru bir zaman mıydı bilemedim. Ellerimi ve yüzümü yıkamak için lavaboya yöneldiğimde, ayna da gördüğüm yansımam içleracısıydı. Saçlarım birbirine girmiş, gözlerimin etrafında koyu renk halkalar oluşmuştu. Korkunç görünüyordum.

Saçlarımı bir toka yardımıyla toplayıp, yüzümü yıkadıktan sonra tekrar aynadan kendime baktım. Hâlâ korkuç görünüyordum ama umursamadım. Banyodan çıkıp üzerimi değiştirmek için odama doğru giderken Güneş'in kapısını yumruklayıp, "Güneş kalk!" dedikten sonra kulağımı kapıya yaslayıp, uyandığına dair bir ses bekledim.

Herhangi bir ses duymayınca iki elimle art arda kapıyı yumruklamaya başladım tekrar. "Güneş kalk, kalk, kalk," diyerek yumruklarımla uyumlu, ritmik darbeler indirdim kapıya. İçeriden Güneş'in homurdanak kapıya doğru geldiğini farkettim ama yumruklamaya devam ettim. Güneşin, "Kalktım Allah'ın cezası," diyen sesini duymamla kapının açılması bir oldu. "Gece boyunca kayıp olan ve deli gibi aradığım arkadaşımın eve gelmesine sevinmeme bile izin vermeyen bir manyaksın," demesiyle kahkahayı bastım. "Nefes al nefes." Tek nefeste bu kadar uzun cümle kurmayı nasıl başarıyordu?

Güneş'in de benden pek farkı yoktu. Onun da saçları birbirine girmiş, haddinden fazla yorgun görünüyordu. Benim durumuma ek olarak onun yüzünde dünden kalan makyajın kalıntıları vardı. Makyajını bile temizlemeden yatmıştı. "Gel buraya," diyerek ani bir hareketle beni kendine doğru çekti ve sarıldı. "Bir daha telefonlarıma cevap vermezsen, o yarım aklının kalanını da ben yok ederim," dedi sahte bir sinirle. Tüm gece bana ulaşamadığı içindi bu sitem. "Bana fırça çekmeyi başka bir zamana bırak ve hemen giyin," dedim kollarından ayrılırken. "Kahvaltıya misafirlerimiz var."

"Ne misafiri Şeker bu saatte?" dedi esneyerek. "Uykum var benim."

"Rüzgâr ve Koray'ı kahvaltıya çağırdım," dedim sırıtarak. Karşıdan gelecek olan okkalı bir azara karşılık, yüzüme küçük bir kız çocuğunun masum ifadesini takındım. "Koray mı?" dedi dehşetle ve elleri saçlarına gitti.

"Rüzgâr da var," dedim kinayeli bir şekilde ama o, Rüzgâr kısmıyla ne kadar ilgileniyordu bilemiyorum. "Of Şeker off," dedi banyoya doğru koşarken. "Şimdi mi söylenir bu?"

Telaşlı bir şekilde banyoya giren arkadaşımın arkasından gülümseyerek baktıktan sonra odama girdim. Vücudumu ağırlaştıran, enerjimi en alt seviyeye indiren şeyin zihin yorgunluğu olduğunu biliyordum. Biliyordum ama üzerinde durmamaya çalışıyordum. Herkesin uyumaya ihtiyacı olan böyle bir günde kahvaltı davetimin de nedeni buydu; yok sayma çabam. Hiçbir şey olmamış, saatler önce iki kişiye öldürme teşebbüsünde bulunmamışım gibi davranıyordum. Böyle olmak zorundaydı çünkü başka türlü hayatıma devam edemezdim. Dolabı açıp, gri bir eşofman altı ve sarı bir tişört çıkattım. Hızlı bir şekilde üzerimi giydikten sonra odadan çıkıp mutfağa yöneldim.

FÜGHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin