Bölüm 30

85.9K 3.4K 154
                                    

Adam kahvesinden bir yudum daha alırken gözleri kafenin iç kısmında, duvara yerleştirilmiş saatin üzerindeydi. Yarım saati geçmişti bekleyişi, beklemek sorun değildi de beklediği gelecek miydi?

Gözlerini saatten uzaklaştırıp bir süredir onu izlemekte olan kadının olduğu masaya çevirdi. Bu izlendiğini bildiği için istemsiz oluşmuş bir tepkiydi adam için, kısa bir an ona bakıp umutsuzca kahvesine çevirdi bakışlarını. Kadın güzeldi, şöyle bir baktığında çekiciydi de fakat Ateş o kadar soyutlamıştı ki kendini diğer kadınlardan şimdi hiçbirine bakmak istemiyor, baksa da aradığını bulamıyordu.

Besbelli Ece'nin de dediği gibi takıntılı biriydi o. Çünkü sırf o bekler diye umarak geçirdiği yıllarda, ona ihanet etmekten kaçındığı için aldığı bu karar; belki de Ece evlendikten sonra bir yuva kuramayacak oluşunun en kesin sebebi olacaktı.

Her şey öyle hissettiriyordu ki Ateş Alkanlı, bedenen olmasa da ruhen ölecekti düğün gerçekleştiğinde. Bunların başka bir açıklaması olduğunu, olabileceğini yahut bir başkasını kabullenebileceğini de sanmıyordu zaten.

Bir anda düşünceleri karşısında sandalyesini çekip sessizce oturan kızın varlığıyla bölündü. Yüzüne yayılmak için çırpınan tebessümü içine atıp "Hoş geldin Ece..." diye mırıldanmakla yetindi sadece. Biliyordu ki bu konuşmada tebessüme yer yoktu.

Kız yavaşça başını sallamış, "Hoş bulduk." diyerek karşılık vermişti ona. Yorgun bir hali vardı, aynı zamanda üzgün. Sanki Ateş'in onu görmediği günlerde hastalanmıştı da toparlanmaya bile mecali kalmamıştı. Siyah saçlarını gevşekçe toplayıp öylece bırakmıştı, yüzünün rengi çok solgundu. Gözlerinin altı şişmiş, en önemlisi de feri sönmüştü. Ece'ye ne olmuştu böyle?

"Ben seni beklerken kahve içtim, sen ne istersin?"

"Fark etmez."

Garsona iki kahve daha söyleyip yutkundu Ateş. Kız ona pek dikkat etmiyordu fakat o en azından onu izlemekten vazgeçemiyordu. Çok kısa bir süre sonra, Ece başkasının karısı olduğunda, bir daha bakamayacağını kabullendiğinden son demlerini yaşıyordu kendi halinde. Hoş, ondan kalacak son hatırları her daim canını yakacaktı ama kendini engelleyemiyordu işte.

"Hasta mısın? Öyleyse gelmemeni tercih ederdim, çok yorgun görünüyorsun."

"Biraz yorgun ve uykusuzum, hasta değilim. Konuşabiliriz."

Başını sallayarak kabullendi cevabını, kız görmemişti ama diyecek sözü de yoktu ona cevaben. Yutkunup derin bir nefes aldı Ateş. Onu buraya çağırmıştı ve şimdi yapması gerekeni yapmak zorundaydı.

Düşündükçe Ece'yi ne kadar kızdırdığını, incittiğini daha çok kabullenmişti adam. O ısrarla geçmişi hatırlatmaya çalışırken ve öne sürerken geleceğinde bocalamasına sebep olduğunu, üsteledikçe sinirlendiğini biliyordu. Sadece sanmıştı ki böyle uzun bir aradan sonra, hiç haber vermemesine rağmen döndüğünden kızgındı Ece. Birazcık sevgisini görse affederdi Ateş'i ve her şey yoluna girebilirdi. Oysa sebep bununla hiç alakalı değildi. Sebep bir başkasıydı, bir başka sevilen... Ateş'ten önce Ece'ye kendini sevdiren bir adam... Ateş daha onun adını ağzına yakıştıramazken adını değiştiren adam...

Gerçekler acıydı ama yine de gerçekti işte. Ateş de yenilmiş ve sonunda yenilgisini kabullenmeyi başarmıştı. En azından dış dünyada bunu göstermek zorunda hissetmişti kendini. Ece o kadar iyi bir insandı ki belki onun sevgisini bildiğinden, yıkılacağını hissettiğinden kendini üzer diye korkmuştu çünkü.

Şimdi buradaydı işte. Onu çağırmış, bu kez zorlanmadan yanına getirmiş ve kendi elleriyle göndermeyi kafasına koymuştu. Ece'den özür dileyecek ve mutlu olmasını istediği söyleyecekti ona dürüstçe. Vazgeçtiğini, o evlenir evlenmez gideceğini söyleyecek ve bir yalan ilave edecekti sözlerine. Ben de mutlu olacağım, Amerika'da hayatımı sürdürmekte kararlıyım. Belki sen de benim düğünüme gelirsin, olmaz mı diye soracaktı bir umut. Belki umut değil, umutsuzluk. Ona mutluluğuna dair açık bir kapı bırakacaktı ama adam ezberlediği bu kelimeler cümleye dönüşüp de Ece'nin aklına yayılırken kahrolacaktı. Bunlar yalandı, çünkü Ateş bir daha asla mutlu olamazdı.

EvlilikWhere stories live. Discover now