Bölüm 35 (İkinci Kısım)

99.4K 3.7K 49
                                    

Geçen zaman evin içindeki tüm huzursuzluğu silip götürmüş, nihayet aralarında bebeğin sevinci yeşermeyi başarmıştı.

Ece geçirdikleri son günlere şöyle bir baktığında, kendi sorununu saymazsa elbette, bu yüzden yüzü gülüyordu. Önce ağabeyi ve yengesinin barışması, ardından iki ailenin de daha çok kaynaşmasına sebep olan bebek haberi ve şimdi de delicesine sürdürdükleri hazırlıklar için mutluydu. Ne kadar erken olduğu önemli değilmiş gibi annesi de, Suzan Hanım da, Dilem de bebek için bir şeyler hazırlamaktan vazgeçmiyordu. Tabii tek halası olarak, Ece de.

Bir sürü patik, eldiven, tulum, şort, atlet, yelek... Renk renk sıralanmaya başlamıştı bile. Henüz kararsız da olsalar beşiğini arıyor, çıkan uyku gereçleriyle ilgileniyor, birçok kitap okuyup birbirlerini bilgilendirmeyi sürdürüyor ve kendilerini kaptırdıkları hazırlık deryasından sıyrılmayı başaramıyorlardı. Ailenin yeni üyesi, tek oluşunun hakkını veriyordu şüphesiz. Daha doğmadan şımartılmaya başlamıştı.

Bunun yanında, yüreğinin derinliklerinde bir sızı da yok değildi. Kız hala Ateş'e ulaşamıyor ve bunu idrak etmekte güçlük çekiyordu. 15 gün olmuştu, koskoca 15 gün! Ve adama dair hiçbir bilgiye ulaşamamıştı. Hatta sadece o değil, annesi ve ağabeyi de ulaşamıyordu Ateş'e. Ece kabul etmek istemese ve bu fikre yanaşmasa da onun çekip gittiğini düşünmeden edemiyordu. Demek ki ne duyarsa duysun, bir şeyler engel olmuştu adama. Garip bir şekilde suçlayamıyordu da onu. Sadece haber almak istiyordu, belirsizlik onu delirtiyordu.

Yengesini kolunun altına hapsetmiş, merdivenlerden inen ağabeyini gördüğünde düşünceleri buruk bir tebessümle bölünmüştü. Onların bu hali, insanın gözlerini yaşartacak kadar imrendiriyordu Ece'yi. Ama aklı kendi yalnızlığına takılınca, üzülmeden de edemiyordu. O galiba asla böyle mutlu olamayacak, böyle sevilemeyecekti. Oysa çocukluğundan beri yegâne arzusu, dileğiydi bu. Bu kadar zor muydu sahi sevilmek? Bir insanın onu benimsemesi, varlığını kendine yoldaş edinmesi böyle imkansız mıydı?

"Ağabey, yengemi biraz da bizimle paylaşmaya ne dersin?" diye takıldı her şeye rağmen yüzünde güller açan çifte.

Dilem, masada kayınvalidesi ve kayınpederi olduğunu anımsamış gibi hemen ağabeyinin kolundan sıyrılmış ve yerine oturmuştu; ağabeyi iste ona bakarak kaşlarını çatmaya başlamıştı.

"Benim karım o, niye paylaşacakmışım sizinle?"

"Efe." diye uyardığını duydu yengesinin, ardından ağabeyi susarken babası dâhil oldu konuşmaya. Gözlerini gazetesinden ayırmamıştı ama yüzü gülüyordu yaşlı adamın.

"Zehra, bu çocuğun bana çektiğini daha önce fark etmiş miydin sen?"

"Hayır, bir yanlışlık olmalı. Daima benim genlerimi aldığına inanmıştım oysaki!"

"Ben de öyle sanmıştım, neyse ki yanılmışım."

"Aras!"

"Canım?"

İkiliyi izlerken iyiden iyiye duyguları allak bullak olmaya başlamıştı genç kızın. Tekrar yengesine sarılmış olan ağabeyi ve atışan anne babasına bakıp derin derin iç çekti. Bir gün, gerçekten bu masa onlar gibi oturabilmeyi diliyordu tüm kalbiyle. Onunla atışan, tüm itirazlarına rağmen insan içinde bile sevgisini dışarı yansıtan bir adam...

Dudağını kemirirken çatalıyla tabağını eşeledi bir süre. Masadaki konuşmanın ikili atışmadan bebeğe döndüğünü duyuyor fakat katılmak istemiyordu. Ateş neredeydi? Neden en azından arayıp da haber vermiyordu Ece'ye? Hani en büyük gayesi Ece'yi mutlu etmekti?

Bir çocuk gibi dudaklarını bükmüş, isyan etmek istiyordu adama lakin bunun haksızlık olduğunu da biliyordu içten içe. Yine de... Arasaydı, her şey daha güzel olabilirdi. Neden aramıyordu sanki?

EvlilikWhere stories live. Discover now