39. BÖLÜM "Aç, Muhtaç, Yarım"

48.2K 3.5K 324
                                    

Herkese merhaba! :) Bildiğiniz gibi Onur'un hikayesi Nakarat başladığında bu hikayemizin bölümleri biraz aralı oluyor. Paralel ilerlemeye çalışıyorum zaman konusunda. Biraz da ondan kaynaklı. :) Nakarat'a ağırlık vereceğim, oraya da uğramanızı dilerim :)

Ve bir isteğim var sizden! :) Instagramı olanlar bu hikayedeki en sevdikleri kısımları, alıntıları, replikleri instagramda #OrtaŞekerliWattpad hastagiyle paylaşabilir mi? Çok merak ediyorum neler gelecek. :) Umarım bu ricam olur, cidden çok sevineceğim :)

İyi okumalar! :)

Güneş gökyüzünde yakmadan parıldarken kuşların sesini duyuyor, baharın en güzel kokularını içime çekiyor ve çiçek açmış çimenleri izliyordum. Dünyadaki onca derde tasaya rağmen hayatın nasıl devam ettiğine şaşırırken yanımda ağır adımlarla ilerleyen, gözleri ileriye kenetlenmiş adama bakmaktan da kendimi alamıyorum. Ağır olduğunu bildiğim piknik sepetini taşırken pek de umursuyormuş gibi değildi. Yüzünde hafif bir gülümseme, bakışlarında ışık vardı ve ben onun mutlu olmasını seviyordum. Sanki Erdem mutlu oldukça hiçbir dert bana dokunamaz gibiydi. Boştaki eli elimi sımsıkı tutarken bana adeta güven akıyordu teninden.

Bu pikniği planladığımızda büyük bir heves duymuştum. Doğanın içinde baş başa uzun zamandır gerçekleştirmediğim bir etkinlikte bulunmaktan fazlasıyla hoşnut olacağımı biliyordum. O yüzden hafta sonunun gelmesini büyük bir heyecanla bekledim ve sabah bayram sabahlarını andıran bir heyecanla kalkıp hazırlandım. Bahara uyumlu çiçeklerle bezeli ama kalın kumaşlı bir elbise giydim. Saçlarımı olduğu gibi bırakırken kendimi iyi hissediyordum. Ruhuma değen Erdem dokunuşu neşemi katlıyordu.

Arabayı aşağılarda bir alana park etmiştik, çünkü ondan sonrası arabalar için uygun değildi. Erdem herkesin kullandığı piknik alanına gitmek istememişti, çünkü haftasonu havanın güzel olmasıyla herkesin orada toplanacağını, kalabalıkta değil benimle baş başa olmak istediğini söylemişti. Ben de farklı düşünmüyordum. O yüzden farklı bir yola girdik. Daha önce o taraflara gitmemiştim ama Erdem gayet aşina bir şekilde kararlı adımlar yürürken şüphe duymadan onunla yürüyordum.

Ağaçların arasında papatyalarla bezeli bir alan bulduğumuzda oranın uygun olduğuna karar kılarak piknik soframızı bir ağacın gölgesine kurmaya başladık. Annemin sarmaları, fırından taze aldığımız poğaçalar, Erdem'in hazırladıkları... Birbiriyle alakasız yemeklerle güzel bir sofra kurmuştuk.

"Burası çok güzel. Hava da çok güzel... Bir iki gün kapalı gidince korkmuştum yağmurlu olur diye."

"Ben de..." Ben sofranın karşısındaydım. O hemen emekleyerek yanıma gelirken üzerinin tozlanmasını umursamıyor gibiydi. Ama çimenler o kadar güzel görünüyordu ki ben de umursamıyordum. Yanıma bağdaş kurup kolunu omzuma dolayarak beni kendine çekti. "Sonunda baş başa kalabildik." diye fısıldadı sanki bizi duyabilecek biri varmış gibi.

Bir şey diyemeden başımı kaldırıp gözlerine baktım. Toprak rengi güzel kahverengi gözleri parlarken bir an olsun kırpmıyordu. Başımı salladım ben de bakışlarımı kaçırmadan. Başını eğip dudaklarımdan hafifçe öptüğünde ise gözlerimi ne ara kapattığımı fark edememiştim. Hafifçe çekilse de çok uzaklaştırmadı yüzünü.

"Piknik yapmaya gelmiştik sanki..." diye mırıldandım.

"Sen onun için gelmiş olabilirsin..." dedi gözlerimi açtığımda. Hafifçe gülümsüyordu. "Benim niyetim başka."

ORTA ŞEKERLİWhere stories live. Discover now