Bölüm 13: "Uçurum"

1.9K 152 214
                                    

Bölüm Şarkısı: Saturns- All Alone

Judas Priest- Angel*

İnsanlar anlaşılmazdı, insanlar kötüydü ve en kötüsü de bende bir insandım. Şeytanın bile savunmasız, karşısında aciz kaldığı bir varlığın soyundandım. Korkak bir mahluktum. Kendi bebeğimin içimde olan mucizenin varlığını hissedemeyecek kadar aciz bir kadındım. Kadınlığımı sömüren adamlar karşısında bir beden, bedenimde asılı kalmış bir ruh ve en mühimi bebeğine yetemeyen korkak bir kadındım.

Karanlığı sevmeme rağmen bu yaşıma kadar karanlıktan hep korkmuştum. Zaten neyi seversen ondan korkman gerekirdi. Yaşamayı sevdiğinde yaşamın bitmesinden, birisine bağlandığında onun gitmesinden korkman gibi bir şeydi bu durum.

İnsanlar asla birbirine ait olmazdı, asla da olmayacaktı. Tıpkı içimde bana ait olan bebeğimin bir gün gerçekten benden gidecek olması gibi. Gidişler bu dünya üzerinde ki en lanet şeydi. Gidenlerin yaşamaya devam etmesi, kalanların ise gidenlerin bir gün gelecek diye kendini avutması Tanrı'nın insanları yakmadan cezalandırmasıydı. Cezam yalnızlığın koynunda güçlü olmak, bebeğim için, kendim için güçlü olacağım.

Ellerimle karnımı korurken açılan kapıya bakamıyordum. Gözlerimi karanlık uçurumlara atarken, gelecek olan sesle ruhumun yere çakılıp infilak etmesini beklemekten başka bir şey gelmiyordu elimden. Elimden geleni kalbime, kalbimden geleni dilime veremeyecek kadar yorgun ve bencil bir kadın olmuştum artık. Bencilliğin içinde fedakar bir kadın olmak isterken.

"Hemen kalk. çabuk acele etmeliyiz Evrem!"

Duyduğum ses karşısında bozguna uğrarken, gözlerimi açıp kapıya çevirdim bakışlarımı. Savaş telaşla kapıyı kapatırken seri adımlar atarak yanıma geliyordu. Boş boş ona bakmaya devam ederken ne ara karnımda ki jeli siliyordu. Mantığım yerine geldiğinde Savaş'ın elini itip yattığım yerden doğrularak konuştum. Korkum köprücük kemiklerime salıncak kurmuştu bu anlarda. Duyacağım şey karşısında canım çıkabilirdi zira..

"Savaş ne bu telaş korkutuyorsun beni." dediğimde Savaş beni takmayarak Funda'ya döndü. Bende Funda'ya döndüm ve korkular kanımda cirit atıp her bir hücremi adrenaline boğuyorken ben yeniden Savaş'a soru sormaya korkuyordum. Sanki yeniden bir soru yöneltirsem Savaş'a rahmimden hayatıma kurulan salıncak kopacakmış gibi geliyordu. Kopma ihtimalinin korkusu beni boğmaya, aklımı kaçırtacak kadar meczup olmama yeterdi.

"Funda sorun ne? Evrem iyi değil mi? Sancısı vardı en son görüştüğümüzde neyden kaynaklanıyor o, bebeği düşürdüğü için mi o sancılar?"

Savaş ardı arkası kesilmeyen soruları Fundaya yönlendiriyordu bu saniyelerde. Son sorduğu soruyla beraber kanım damarlarımda buz kesti ve o yaşadığım dünyanın yıkılmasına yetecek kadar ağır olan acıyı yüzüme çarptı. Ellerimi bebeğimi korumak adına karnıma sarmaktan başka bir şey gelmiyordu elimden. Funda bunun üzerine bembeyaz olmuş bir suratla bana bakmaya başladığında gözlerinin o harelerinde korkunun bıraktığı pençe izlerini gördüm. Dilim damağım kurudu gördüğüm şey karşısında, yıkılmam an meselesiydi. Cılız bir ağaç koskoca fırtınaya ne kadar dayanabilirdi ki?

Sorduğu sorulara yanıt alamayınca Savaş, odanın içinde volta atmaya başladı. İçimde beni kemiren o korku yetmiyormuş gibi yeni yeni korkular salıyordu içime kalıbımı görmezden gelerek. En sonunda dayanamayıp Savaş'ın kolundan tutarak bana bakmasını sağladım ve o an gözlerinde saf nefreti, telaşı ve hatta korkuyu görmemle kolunu bırakmam bir oldu. Korkuyla ondan uzaklaşmaya başladığımda, Savaş sıkıntılı bir şekilde nefesini dışarıya verirken duymak istemediğim o cümleleri kurdu.

23.58Where stories live. Discover now