Bölüm 14: "Ruh Kırıkları"

2.1K 160 169
                                    


Bölüm Şarkısı: Red - Nothing and Everything

The Darcys - The River

"Söyle baykuş, bebeğimiz yaşıyor mu?"

Yaşıyor.. Yaşadığını söyleyemezdim, söylersem dilim ruhumda yanık izi bırakırdı, kalbim biraz daha onun çekimine kapılırsa bu denli tenimin ortadan ikiye ayrılması kaçınılmazdı. Kelimeler dilimin ucunda yanık tadı bırakıyordu, sanki dilim kemiğe bürünüyordu ve harflere şekil veren o esnekliği yok oluyordu. Ruhum faili meçhul bir katran karası tarafından infaz ediliyordu en cani biçimde.

"Hayır, yaşamıyor."

Duhan elini karnımdan çekmedi aksine elinin yavaş yavaş soğumasını tenime kazıdı. Varlığı dokunuşunun yokluğuyla terbiye ediyordu nefsimi. Nefsim kuduruyordu bu yokluğun orucuyla. Nefesi saçlarımı dalgalandırdı, saçlarım yüzümü kamçıladı. Saçlarımın yüzüme değdiği her bir noktada nefesinin izi kaldı demir değdikten hemen sonra kabarıp buruşan derimde. Hemen ardından su dökülen yaramın üstüne verilen ferahlık gibiydi sırtımın göğsüne değişi. Sırtımın göğsüne değdiği her bir noktayı derisine dikmek istedim tam bu anda. Derim derisine bir mühür gibi kazınsın, derim derisinde bir günahın kutsallığı gibi parlasın istedim.

"Yaşasaydı, bütün ihtimalleri ayağına kurban ederdim."

"Biliyorum" kelimeler boğazıma kezzap misali döküldü "yaşasaydı eğer bebeğim, ederdin."

Sesi benim titreyen sesime inat her oktavda bir kademe daha güçlü çıkıyordu. Sesi sesimi infaz ediyordu tereddütsüz. Tırnaklarını derime geçirirken "bebeğimiz baykuş, bebeğimiz." diye tısladı kulağımın dibinde. Tırnakları derimden parçalar götürürken tırnak uçlarına, tenime imzasını atıyordu parmak iziyle. Sevdiğim adam, hayatıma aldığım tek adam, hayatımı yerle yeksan eden ilk adam parmak izleriyle dövme misali kazındı tenime. Ölsem unutmam bu izin bende ki çığ etkisini.

"Baykuş.." Kulağıma adımı fısıladığında dünya zelzeleyle sarsıldı. "Neden bana yalan söylediğin hissine kapılıyorum öyleyse?"

Yalan söylüyorum katran karam, affet beni. "Sana yalan söylemiyorum Duhan, bebeğim o gece senin yatağında benden gitti. Eğer sana yalan söylüyorsam canımı ellerine sunmaktan dakika tereddüt etmem."

Portakal kokulu adam, kışın viraneye çevirdiği ağacımda portakalları kokusuyla yeniden yeşertirken, nefesi tenimi eşeliyordu. Sesi tenimde bulduğu boş oyuklara amansız bir saldırıyla taht kurmak için canla başla mücadele ederken, yıkımımı yeni bir yıkım inşa ediyordu ve cehennemin en alt katmanından gök kubbeye uçsuz bucaksız tahta bir merdiven dayatılıyordu. Hiç kimsede demiyordu ki yanar bu tahta merdiven cehennem ateşiyle, dayanamaz, kül olur. Ama o inadına o merdiveni benim için ateşten denizin içinden dayıyordu gök kubbeye.

"Benim olan bir şeyi bana sunamazsın Evrem. Senin canını almaya yemin ettiğimi unutmadıysan eğer bu sözlerinin bir hükmü olmadığını biliyorsundur. Bana yalan söylüyorsan Evrem, senin canını almakla kalmam seni diri diri toprağa gömerim. Allah şahidim olsun yaparım!"

Kelimeleriyle beni kaç defa öldürdü, teninin tenime değmesiyle kaç defa diriltti inanın hatırlamıyorum. Tüm bu unsurları unutmak benim lanetimdi. Mavi bir katrana hükmeden o lanetli kahin de bendim. Kehanetimin hükümsüz kalışına şahitlik ediyordum bu adamın sıcaklığı tenimi pare pare bölerken bin bir parçaya. Kehanetimin her bir yanlış çıkışından dolayı gökyüzümde ki yıldızların ışığını sömürüyordu katran. Bak şimdi gökyüzüne gördüğün ilk yıldız benim yanlış kehanetim yüzümden feryat figan bağırıyor. Feryadı gökyüzünü parçalıyor, aşındırıyor. Katran gökyüzünü sarıyordu bulutların azgın bir sel felaketi kadar hırçın düştüğü çağ yangını olan yerlere.

23.58Where stories live. Discover now