27. Bölüm Alıntı

552 25 9
                                    

27. Bölüm: "Canhıraş"

❄️❄️

Şimdi ikimizde gri kasvetli gökyüzünün altında, bir at çiftliğinin içinde kollarımız çitlere dayalı halde önümüzde koşan beyaz kısrağa bakıyorduk. Antrenman alanında yalnızca o kısrak vardı ve bu yerin tek hâkimi gibi hem hükümdarlığını süre süre koşuyordu hem de bütün asiliğini ortaya koyuyordu.

Kokusunun ciğerlerime dolması bir anlam ifade etmeliydi ama etmiyordu. Nefes alması ve verdiği nefesin de havama karışıyor olmasının da belli anlamaları kucağıma bırakması gerekiyordu ama bırakmıyordu. Aslında bırakıyordu, kendimle birlikte sizi de kandırmamın anlamı yok. Kucağıma yaşadığımı hissettiren ölmüş anılar bırakıyordu.

Aklımı kaçırdığımın en belirgin özelliği de buydu işte. Yaşadığımı sanıyordum. Ama yaşamıyordum. Tıpkı şeytanım gibi hep ölüydüm ama onun gibi yaşıyordum. Araf'ımdan çıkana kadar da yaşadığımı sanacaktım. Aklım başımdan kuş misali uçarak giderken, ben göç ettiğimi sanıyordum. Ama ölmüştüm ve ölen ruhun bedeni terk etmeye takati kalmayınca yaşadığını sanması gibi çırpınıyordum.

Konuşmuyorduk.

Bakışmıyorduk.

Öylece kollarımız dirseklerimizden çitlere dayalı halde tam karşımıza bakıyorduk. Sanki gözlerimiz çarpışsa o bana bir şeyleri izah etmek yerine bende kalanları alacaktı ve ben ona baksam onu affedip yeniden vuracaktım.

O beni sayısız defa öldürmüşken, onu her defasında sırtından, göğsünden ve şakağından vurmam çok da garip kaçmasa gerek.

Kısrakta olan bakışlarımı usul usul omuzumun üzerinden ona düşürdüğümde, siyah kazağının içinde olan gövdesi düştü odağıma. Sonra ellerine doğru kaydı bakışlarım ve yüzük parmağında parlayan alyansında takılı kaldım bir müddet. Onun parmağına tam oturan o metal parçası nasıl oluyordu da boğazımda gibi hissettirip, nefesimin tek düze ahengini bozmasına neden oluyordu?

Bir zamanlar bana, benim gibi dokunan ellerinden kara zorla ayırdığım bakışlarımı yüzüne çıkardım. Yavaş yavaş... Gözlerim göğsünde ikamet ede ede. Göğsünün usul usul inip kalkışına bir dine şahitlik edercesine durgun bir şekilde tırmandım yüzüne.

Önce dikenli teller gibi çehresini kaplayan sakallarıyla çizildi göz bebeklerim, sivri çenesi geldi sonra bakışımın menziline ve aralık duran dudaklarıyla tırmandım dik yokuşunu. Ucu kalkık ve sivri burnunun düzlüğünde kaydım ruhunun bastığım basamağından ve kirpiklerine tutunmak isterken düştüm gözlerinden. Gözleri ayı gecenin koynundan koparırcasına hırsla bakıyordu baktığı yere ve kaşları da gözlerinin bekçiliğini yaparcasına çatılmıştı. Kaşlarının kavisinden indim elmacık kemiklerine... O an bir gözyaşı dökülseydi gözlerinden, sele kapılır gibi kapılıp, boğulurdum orada ve düşerdim yerlere. Rezil rüsva olurdum kendime ama şükür ki sele yakalanmadan çektim gözlerimi suretinden.

Yutkundum. Yutkunuşumun sesini duyduğumda, dört nala koşan kısrağın da sesi kaç dakika sonra anca duyulmuştu. Onda olan bakışlarımı sese çevirdiğimde nihayet konuşmayı başlatıp ilk kurşunu atacak olan kişi belli olmuştu.

İlk kurşun benim cephemden çıkmıştı, ağzımda barut kokusu vardı.

"Sana.." dedim. Kelimeleri deliğinden çıkmaya çalıştırdığım yılana fısıldadığım tatlı sözler gibi dillendirmiştim. "Neden yaptın diye sormayacağıma dair söz vermiştim kendime. Senden herhangi bir cevap istemeyeceğime dair kendime söz vermiştim ama sonra kendime verdiğim hiçbir sözü tutmadığımın daha doğrusu tutamadığımın farkına vardım." Nefes aldım ve verirken "Neden yaptın bunu bana Duhan?" diye sordum. Ona bakmadan sarf ettiğim sözleri şimdi yüzüne bakarak devam ettirecektim. "Neyini aldım ki senden, bana bunları reva gördün? Neyini yok ettim ki senin, böyle yok ettin beni?"

 

❄️❄️

Ve böylece son alıntı ile 23.58 için geri sayım başladı. Son 3 bölüm.

23.58Where stories live. Discover now