kural dokuz: koruyucu'ya yaklaşma.

18.2K 1.6K 3.1K
                                    

Hatalarım varsa affola. İyi okumalar~

----------

Chanyeol ve ben şatoya geri döndüğümüzde, sabah çoktan geceye dönmüş, ardından bir de gün aymıştı.

Oldukça uzun bir yolculuktu, oldukça yorucu da bir yolculuktu. Sinirliydim, gergindim ve yolculuk boyu kendime gaz verip durmuştum. Karşımdaki koltukta hiç uyumadan duran herife inat ben de uyumamıştım, onu asla affetmemem gerektiğini kendime defalarca hatırlamıştım.

Beni sadece bir güç gibi görüyordu, sadece elindeki bir güçtüm ve Chanyeol beni kullanacaktı. Ne olduğum önemli değildi, umrunda hiç değildi. Bedenime özleri dolduracak, beni bir güç haline getirecek ve içimdeki gücü kullanıp ne haldeysem beni öylece bırakacaktı. Benliğimi bu kadar değersiz bir şey için kaybetmiştim işte ve kaybederken hiç de düşünmemiştim bu taraftan.

Kulağıma eğilip söylediği her kelime hafızamda birer birer işleniyordu, her dakika yeniden hatırlıyor ve yeniden sinirleniyordum. Kaynar bir kazan gibiydim, kanım kaynıyordu, bana dokunanı da yakıyordum fakat en sonunda kendi içimdekileri tüketiyordum.

Chanyeol bana hiç dokunmamıştı, yolculuk boyunca bir kez bile göz göze gelmemiş, bir kez bile iletişime geçmemiştik. Sadece oturduk, ben kendi içimde kaynayıp sonunda kendimi tüketene kadar oturduk ve gün aydı, Chanyeol'ün görkemli şatosuna geldik.

Şimdi odamdaydım, bir gün boyu sadece oturmuş ve uyumamıştım fakat şimdi de uyumak istemiyordum. Uykuya direniyordum çünkü rüyamda üçüncü özün nerede olduğunu görmek istemiyordum. Yeniden böyle bir yolculuğa çıkmak ve kemiklerime kadar yorulmak istemiyordum.

Gerçi, bundan sonra kemiklerime kadar yorulmak benim çok da çaba göstermemi gerektirecek bir durum değildi. Chanyeol beni köprüden yürütene kadar bacaklarım tutmaz olmuştu, hala ağrıyorlardı ve ben bu halimle uykuya direnmeye çalışıyordum, oldukça zavallı bir durumdaydım.

Bana bunun olmasını sağlayan herkesten nefret ediyordum. Kimseyle konuşmak istemiyordum, Yena'yla bile konuşmak istemiyordum. Herkes gözümde bir suçluydu, buraya gelmeme bir sebepti, bu halde olmama susanlardandı herkes ve onların geleceklerini aydınlattığım için susmaktan da memnunlardı, emindim. Sonuçta hiç toprakları yokmuş gibi çoktan alınmış topraklara göz dikmişlerdi ve sanki o topraklara kavuşunca dünya onların olacaktı.

Sanki şu topraklarda berbat bir hayat yaşıyorlarmış gibi, önlerini aydınlatayım diye benim ışığımı sömürüyorlardı. Kimsenin benim geleceğimle ilgilendiği yoktu, bu uzaylılar benimle hiç ilgilenmiyorlardı, hepsi çıkarları için bana yardımcı oluyorlardı. Eminim Yena da onlardan biriydi.

İnsanlardan hiçbir farkları yoktu, onlar da korkunç çıkarlara ve bunun için alacak binlerce cana sahiplerdi. Buna rağmen burada insanların korkunç gösterilmesini anlamıyordum, anlamayacaktım da.

Yattığım yatağımda uyuyakalmak istemediğim için doğruldum ve sinirimi içime sığdıramamanın verdiği agresiflik ile altımdaki yorganı tekmeleyerek ayağa kalktım. Terasa çıksam iyi olabilirdi, belki rahatlardım.

Bacaklarımı resmen sürüyerek yatağımın altında olduğunu önceden fark ettiğim büyük minderlerden birini ve üstüme bir battaniye aldım, ardından beyaz tülü ittirip büyük terasa çıktım.

Yeni ağarmış gün büyük ağaçları karanlıktan kurtarmış, yeşilliği etrafa dökerken kuşa benzer birkaç ses de etrafı süslüyordu. Bu sabah bu orman dünyayı hatırlatmıştı bana.

"Ne kamufle ama." dedim ve halsizce gülüp minderi yere attım. "Sanki burası harika bir yermiş gibi gösteriyor bu ağaçlar."

Minderin üzerine oturup sırtımı duvara verdim ve battaniyenin altına sığınıp biraz soğuk olan havadan korunarak etrafa bakındım. Böyle bakınca ne kadar da harika bir yerdi, sakin, sessiz ve zararsız duruyordu bu dünya fakat öyle değildi, hem de hiç değildi. Bu güzellikle sadece kamufle ediyordu içinde olan her şeyi.

Dendrophile || Chanbaek Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin