kural yirmialtı: palyaçoyu dinleme.

19.6K 1.6K 3K
                                    

Hatalarım varsa affola. İyi okumalar~

---------

Gözlerimi açtığım anda başıma düşen yağmur damlaları ile başımı yukarı kaldırdım. Ellerimi iki yana açıp ellerime düşen yağmur damlalarına izin verirken gri bir gökyüzünden parlak damlaların yere ulaştığını görmüştüm. Oturduğum yerden kalktım. Gölge yoktu, neden yanımda olmadığını anlamayarak etrafıma bakınsam da hiçbir yerde yoktu. Gözlerim alabildiğine uzun bir çimenlik ve sonunda bir uçurum görüyordu. Uçurumun üzerinde ise bir ev vardı.

Evin uçurumun üzerinde, bildiğiniz boşlukta durmasını anlamayarak oraya doğru yürümeye başladım. Ayaklarım yağmurda ıslanmış çimenlerin ıslaklığıyla kayıp duruyordu, eve gittiğim yolda dengemi kaybedip birkaç kere düştüm. Beni tutacak bir gölge yoktu. Ellerim çimenlerin altındaki ıslak toprak ve taşlardan kirlenip yaralansa da kendi kendime ayağa kalktım. Eve doğru yürürken çimenlik sanki hiç bitmedi, ayaklarım acı içindeydi, ellerim yanıyordu fakat hiç durmadım. Sonunda uçurumun kenarına ulaştığımda benden bir patika yolu uzakta, boşlukta öylece duran eve bakıyordum.

Eve ulaşmalıydım. Ne için olduğunu bilmiyordum fakat ulaşmalıydım. Eve ulaşmak istesem de ben uçurumun kenarından boşluğa düşmeye korkarken aniden evin kapısı açıldı. Kapıdan burnunun ucu kırmızı, rengarenk saçları kıvırcık ve kabarık, dudaklarının kenarında iki kırmızı şerit olan ve bana gülümseyen bir adam çıkarken duraksadım. Kocaman sırıtıp eliyle buraya gelmemi işaret ettiğinde hiç düşünmeden bir adım attım boşluğa. Yapmamam gerektiğini hissettiren kimse yoktu.

Boşluğa attığım ilk adımda uçurumun görünmeyen derinliklerine düşmeye başlamıştım. Başımı sadece bir saniye yukarı kaldırdığımda palyaço kılıklı adamın gülümseyerek bana el salladığını gördüm. Ardından eli göğsüne gitti ve oradaki kolyeyi tutup bana gösterdi. Gri yaprakları ve ortasındaki küçük taşı bilmemem mümkün değildi çünkü evet, o benim kolyemdi. Hızla elimi göğsüme götürdüğümde ise, elime gelen bir hiçlikti. Kolyem yoktu. O palyaço kılıklı adamın kolyemi aldığını fark ettiğimde artık her şey için çok geçti.

Ben kolyemi kaybetmenin acı ve pişmanlığıyla büyük bir hızla yere düşerken beni tutup karanlığa çeken kimse yoktu. Gölge yoktu.

-------

Bir yerden düştüğümü gördüğüm her berbat rüyada olduğu gibi yattığım yerden irkilerek kalktığımda güneş hâlâ oturduğu yerden kalkamamıştı. Karanlık, terlemiş alnım ve korkudan kurumuş dudaklarımı karşılaşmıştı ve ben bu karşılamadan hiç de memnun değildim.

"O neydi ya?" Kendi kendime mırıldanıp yüzümdeki bir ton teri sildim ve gördüğüm rüyayı atlatmaya çalıştım. Bir kere ben palyaçoları sevmezdim, uçurumları da sevmezdim. Neden rüyamda palyaço ve uçurum görmek zorundaydım? Üstelik o palyaço kolyemi de çalmıştı. Berbat bir rüyaydı ve ben sanırım bu rüyanın üzerine bir daha uyuyamayacaktım.

Hâlâ düzelmeyen nefes alışlarımla bir banyoya gidip yüzümü yıkamaya karar vermiştim. Zaten birazdan Yena beni uyandırmaya gelirdi. Sonuçta Chanyeol yıldız için beni her zaman yanına çağırırdı.

Aniden Chanyeol ile aramızda olanlar aklıma gelirken az önceki düşüncelerim üzerine kalbimin kırıklıkları ve toprak atılmış oldu. Omuzlarım çökerken derin bir nefesi ciğerlerimi yakarak olsa da alabildim. Söylediği her şey tek tek aklımın odalarına girerken ne korku kaldı, ne de başka bir şey. Boğazım düğümlendi, sanki yeteri kadar ağlamamışım gibi oturup on yıl daha ağlayasım geldi.

Dendrophile || Chanbaek Where stories live. Discover now