kural ondokuz: davete gitme.

17.6K 1.6K 3.9K
                                    

Hatalarım varsa affola. İyi okumalar~

----------

Camın üzerinde dalgalanan perdenin ardından gördüğüm karanlık yol ve yüzüme esen rüzgar aklımı biraz dahi dağıtamazken derin bir nefesi Chanyeol ile yalnız olduğumuz arabanın atmosferine bıraktım.

Gülesim yoktu. Mutlu olasım ya da bugün çikolata kozmoslarını gördüğüm için havalara uçasım yoktu. Hatta orada o kadar mutlu olduğum için dahi kendimden utanıyordum.

Chanyeol'ün çikolata kozmosu ile beni orada bırakmadan önce söylediği kelimeler takılı bir plak gibi aklımda dönüp duruyordu. Yarım ruhumun öldüğü yerde, ondan habersiz hayatımın en mutlu anlarını geçirmiştim. O son nefeslerini verirken ben ondan habersizdim, onun öldüğü yerde öylece eğlenirken de öldüğü yer olduğundan habersizdim. Bu kadar suçlu hissetmemem gerektiğini biliyordum çünkü hiçbirini bilmiyordum ama hissediyordum işte ve bundan kurtulamıyordum.

Gözlerim elimde döndürüp durduğum, hala canlı duran çikolata kozmosuna düşmüş, yüzümde buruk bir gülümseme oluştu. En sevdiği çiçek, benim hayatımı adadığım çiçekti. En azından ortak bir noktamız vardı, elimde tuttuğum bu çiçek benim için daha ne kadar anlam kazanabilirdi bilmiyordum.

Onun öyle güzel bir yerde ölmesi yanan kalbime belki bir damla olup düşüyordu. Ölürken mutlu muydu? Ya da gerçekten pişman mıydı? Tam olarak neden ölmüştü? Hiçbirini bilmiyordum, yeniden binlerce sorum vardı ama cevapları yoktu.

Babasının benim yüzünden öldüğünü söylediğini hatırlıyordum ama hala anlam veremiyordum. Eğer bana bütün duygularını vermiş olsa dahi yaratıkların ölmediğini biliyordum, bu durumda ölümünün benimle hiçbir bağlantısı yoktu ama benimle alakası kesildiğinde neden öldüğünü bir türlü çıkaramıyordum.

Acaba nasıl bir hayat yaşıyordu? Chanyeol onun hakkında bilgili duruyordu, onun tam olarak neyi olduğunu bilmiyordum ama Chanyeol'ün bu saatten sonra ona dair bir bilgiyi bana vereceğinden emin değildim, sormaya da korkuyordum. En iyisi ses çıkarmamaktı, zaten Hileci'nin şatosuna gidiyorduk ve Chanyeol gittikçe geriliyordu, ona şimdi soru sormak mantıklı gelmiyordu.

Evet, çikolata kozmoslarından ayrılıp şatoya gelmiş, Yena tarafından güzel kıyafetler ve dar bir yelek ile süslenmiştim. Aynısı Chanyeol için de söylenebilirdi, kürklü siyah bir pelerin altında gri parlak zincirleriyle birlikte ihtişamlı bir yelek giyiyordu. Saçlarını hep yaptığı gibi yukarı kaldırmıştı. Ben ise ona uygun olayım diye simsiyah giydirilmiştim.

Chanyeol, gece olduğu için dışarıdaki yabanlarla uğraşıyor olmalıydı ki, gözleri kapalı bir şekilde duruyordu ve uzun yolculuğumuzun başından beri hiç konuşmayarak beni yarım ruhum ile alakalı düşünceler arasına gömmüştü. Büyük ihtimalle önemli bir etkinliğe katılıyor olduğumuzdan arkamızda gelen yeşil görevlilerin olduğu arabayı da koruyordu ve bu yüzden oldukça konsantre olmuştu.

Chanyeol bunlarla ilgilenirken, benim canım gerçekten çok yanarak oturuyordum. Onun ölmüş olmasını istemiyordum, öldüğü yerde bulunmuş olmaktan nefret ediyordum. O gerçekten benim ruhumun yarısıydı, gerizekalı ruhumun bir yarısı vardı, duygularımı onunla paylaşıyordum ve o beni seviyordu. Buna rağmen ben onu hiç görememiştim, öldüğü yerde gülüp eğlenmiştim. Keşke bir kez dahi onu görebilme şansım olsaydı diye düşünmekten kafayı yemek üzereydim.

Onunla oturup sohbet etmek ne kadar harika olurdu. Belki onunla çikolata kozmosundan bahsederdik, iki Chanyeol'ü de eleştirirdik ve hayatlarımızdan konuşurduk. Eğer yaşıyor olsaydı sanırım her şeyimi ona anlatabilirdim, sonuçta ondan daha güvenebileceğim kimse olmazdı, ruhumun diğer yarısıydı. O da beni çok seviyor olmalıydı ki, iyi biriydim. O zaman onun yanında ağlayabilirdim, o da beni sakinleştirirdi. Belki biz de Yena teyze ve Linnea gibi olurduk. Düşüncesi dahi güzeldi.

Dendrophile || Chanbaek Where stories live. Discover now