kural otuz: isimsiz bölgeye gitme.

24.4K 1.5K 4.1K
                                    

Hatalarım varsa affola. İyi okumalar~

---------

Gözlerim derin bir çağlayan sesiyle açıldığında uykumun bölünmesinden rahatsız oldum. Yorgunluk kemiklerime işlenmiş gibi beni sıkıyordu ve ayakta durduğum yerde ayağıma batan bir şeyler vardı. Çatılan kaşlarımla gözlerimi etrafımda gezdirmem ile derin bir uçurumun üzerinden giden yıkılmaya yüz tutmuş tahta bir köprünün üzerinde olduğumu gördüm. Ayaklarıma batan tahtanın çürümüş ve soyulmuş üst kısmıydı. Altımda sonunu göremediğim kadar derin bir uçurum bana sırıtıyordu; düşmemi bekliyor gibiydi, beni içine çekmek için o kadar hevesliydi ki arasında kaldığı iki vadinin keskin taşlarını tırmalayıp duruyordu.

Arkama bakmak için hareket ettiğimde köprünün tahtalarını birbirine bağlayan çiviler benimle birlikte sallandı. Köprünün bağlandığı ve arkamdaki yerin yemyeşil çimenlerine çakılmış iki tahtanın üzerine güneş doğmuştu, ardındaki ağaçlar gür ve yemyeşildi. Neden oraya ters yürüdüğümü anlayamayacağım kadar güzel bir yerdi, orada olmak için nelerimi vermezdim.

Sanki beni güvende tutacakmış gibi yanımdaki soyulmuş ve eskimiş ipe tutunduğumda köprü hafif sallandı ve gıcırdadı. Düşmekten korkma hissi bedenimin her yerinde aynı etkiye sahip olurken yutkundum ve titreyen başımı önüme çevirip bir de oraya gitmek için yürümeye çalıştığım tarafa baktım. O tarafa baktığım anda iki tahtanın olduğu yerde çirkin yaratıklar gördüm, bana doğru tıslıyor ve oraya gelmemi bekliyorlardı. Beni yiyecek gibilerdi. Korkuyla geriye bir adım attığımda yaratıkların köprünün üzerine çıkmaya başladıklarını gördüm. Arkalarındaki ağaçlar solmuştu, güneş orada doğmamıştı. En arkada da diğerlerinden farklı bir şekilde insana benzeyen, uzun bir kırmızı şapka takan birisini görmüştüm fakat yaratıklar yüzünden hızla görüş alanımdan kayboldu.

Yaratıklardan korkup derin bir çığlıkla geriye dönüp o güzel yere kaçmak için koşmaya başladığımda üstünde durduğum köprünün ne kadar eskimiş olduğunu unutmuştum. Attığım ilk sert adımda gördüğüm o güzel yere çakılmış, köprüyü tutan tahtalar koptu, tahtalar iki tarafa doğru fırladıklarında köprüyü tutan bir taraf koptuğu gibi beni hevesle bekleyen uçuruma düşmeye başladım. Ayağıma batan tahta ayağımı kanatmıştı, ellerim iki tarafa açılırken yaratıkların düşmemek için geriye kaçtıklarını görmüştüm.

Düşeceğim sandım fakat öyle olmadı. Beyaz gölge bir anda ortaya çıkıp kolumu yakaladı ve her yeri karanlığa boyarken beni tutup o güzel yere çekti.

--------

Yatağımdan çekirge misali fırladığımda gözlerime batan ışık beni kör etmeyi neredeyse başaracaktı.

Çok hızlı doğrulduğum için acımış boynumu elimle sevmeye çalıştım fakat sanki bir elim olduğunu fark edemiyordum. Rüyanın verdiği korkuyla hâlâ titriyordum ve içime dolmuş adrenalini damarlarımda hissediyordum. Sanki gerçekten o köprünün üzerindeymişim ve o uçuruma düşmüşüm gibi hissediyordum. O korkunç ve daha önce görmediğim yaratıklar sanki kapımın dışındaydılar. Rüyalarımın bu kadar gerçekçi olmasının üzerinden uzun zaman geçmişti ama sanırım yeniden başlıyorduk.

Chanyeol ile çikolata kozmoslarının yanından her gün Yena'nın beni uyandırdığı çan çaldığında dönmüştük. Yaklaşık iki ya da üç saat olduğunu düşündüğüm bir süre boyunca ben Chanyeol'ün omzunda yatmıştım, Chanyeol de bana Yixing ile olan anılarının bir kısmını anlatmıştı. Önemli şeyler değillerdi, sadece çok değerli ve eğlenceli anılardı. Chanyeol onları unutmamak için elinden ne geliyorsa yapıyor gibi duruyordu. Anılarının içinden eğlencelileri seçmesinin sebebi de kendimi suçlu hissettiğimi ve üzgün olduğumu bildiği için kalbimi dindirmekti, bunu kendisi söylemişti ve omzuna eriyip gitmiştim. Elindeki eğlenceli anılar bittiğinde kısa bir süre Yixing'in böyle iyi bir hayatın sonunda öldüğünü düşünüp omzunda ağlamıştım ve Chanyeol Yixing konusunun beni her durumda üzdüğünü çakıp bu sefer bizden bahsetmeye başladı. Ağlamam bittiğinde onu zor durumda bıraktığım birkaç zamanı anlatmıştı. Mesela gerçekten de her öz uykusuna daldığımda beni o tutuyormuş ve beni tutanın o olduğunu fark ettiğimde onu bırakmıyormuşum, bunun onu çok zor durumda bıraktığını hafif bir sinirle anlatmıştı. Tebessüm etsem de utanmadığımı söyleyemem, bunu daha önce Yena teyzenin yarım ruhu olan Linnea söylediğinde inanmamıştım ama artık inanıyordum. Canını gerçekten çok yaktığım bir anıyı anlatmaya başlayacakken çanın çalması onu durdurmuştu ve bir şey söylememe izin vermeden gitmemiz gerektiğini söyledi. Ben benimle uzun bir süre konuşmuş olmasından dolayı daha iyi hissediyordum ve Yixing hakkında kendimi o kadar da suçlu hissetmiyordum. Olan hiçbir şey benim elimde değildi, inanın değildi; Yixing her şeyi yöneten ve ölümüne karar vermiş kişiydi. Ben ona bir kere sarılamadan böyle bir hükmü vermiş olmasına sinirlenmiştim hatta. Çünkü ona sarılma ihtiyacını çok fazla duyuyordum.

Dendrophile || Chanbaek Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin